1996 Kardak Bunalımı

1996 yılında meydana gelen Kardak Kayalıkları’na ilişkin bunalım Ege Denizi’nde iki ülkeyi doğrudan bir sıcak çatışmaya sürükleyebilecek bir nitelik taşımıştır. Ege Denizi’nde kıyıdar iki ülke arasında deniz sınırlarını saptayan ve haritalandıran herhangi bir antlaşmanın bulunmaması, Ege Denizi’ndeki ada, adacık ve kayalıkların dağılımı ve egemenlikleri göz önüne alındığında, bu türden gerginliklere yol açabilecek uygun zemin yaratmaktadır.

Kardak Gerginliğinin Tırmanışı

1996 yılında Kardak kayalıklarına ilişkin bunalım sırasında iki ülke arasında diplomatik görüş alış verişi sürerken egemenlik iddialarının fiili olarak sergilenmesi, konunun bir anda iki ülke medyası, kamuoyu ve siyasileri arasında  “ulusal dava” olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu süreci başlatan ise, Yunanistan’a ait Kalimnos Adası belediye başkanının yanında adanın papazı, aileleri ve Antenna adlı Yunan televizyon kanalı çekim ekibini alarak 26 Ocak 1996 tarihinde Kardak Kayalıkları’na çıkarak şenlik havasında kayalıklara Yunan bayrağını dikmesi olmuştur.[1] Bayrak dikme girişiminin televizyonda yayınlanmasının ardından, ertesi gün Türk medyası konuya ilgi göstermiş ve Hürriyet Gazetesi’nin iki muhabiri helikopter ile Kardak Kayalıkları’na giderek Yunanlıların dikmiş oldukları bayrağı indirmiş, yerine Türk bayrağını dikmiştir. Bu bayrak mücadelesinin Türk televizyonlarında yayınlanmasının ardından iki ülke arasında kamuoylarının siyasiler üzerindeki baskıları yoğunlaşmış ve diplomatik alanda sürdürülen mücadelenin giderek sertleştiği görülmüştür.

28 Ocak 1996 tarihinde Yunanistan’da hükümet baskılara dayanamayarak Kardak Kayalıkları’na askeri bir birliği göndererek Türk bayrağını indirtmiş ve ağır silahlarla takviye edilen birlik kayalıklardan büyük olanına konuşlanmıştır. Aynı gün Atina’daki Türk Büyükelçisi Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak kayalıkların Yunanistan’a ait olduğu ve yaklaşanlara ateşle karşılık verileceği uyarısında bulunmuştur.

Bu durum Türkiye’de tepkinin hangi düzeyde ve nasıl gösterileceği tartışmalarını başlatırken siyasilerin ve askeri kadronun üzerinde oydaştığı nokta, Yunan askeri varlığının ve bayrağının kayalıklardan uzaklaştırılması olmuştur. Gösterilecek tepkinin iki ülke arasında silahlı bir çatışmaya dönüşmemesi için duyarlılıkla hareket etmek ve çok yönlü düşünmek gerekmiştir. Sonuçta, İnal Batu’nun önerisi[2] dikkate alınarak Kardak Kayalıkları’ndan üzerinde Yunan bayrağı dikilmiş olmakla birlikte asker bulunmayan küçük olanına Türk komandolarının çıkmasına karar verilmiş ve bu plan 31 Ocak 1996 tarihinde başarıyla uygulanarak Türk SAT komandoları ikinci kayalığa çıkmışlardır.

Türkiye’nin bu müdahalesi, esasta iki ülkenin soruna ilişkin inisiyatifinin eşitlenmesi anlamını taşımakla birlikte, beraberinde sıcak bir çatışma riskini ve sorumluluğunu da taşımaktadır. Nitekim, kriz sırasında devreye giren ABD, iki ülke arasında yürütmüş olduğu diplomatik arabuluculuk ile sorunun yumuşatılmasını, en azından, statüko öncesi duruma (status que ante) dönülmesini sağlamaya çalışmış ve bu çabaları başarılı olmuştur. 31 Ocak 1996 tarihinde her iki ülke silahlı güçleri aynı anda Kardak kayalıklarından çekilerek statüko öncesi duruma dönülmüştür.[3] Statüko öncesi duruma dönüşü sağlayan girişimlerde Türkiye’nin Kardak Kayalıkları’ndan küçük olanına asker çıkarması ve “Türk askerlerine herhangi bir saldırıda bulunulmadığı takdirde Yunan birliklerine ateş açılmaması talimatı verdiği ve Yunanistan’ın bayraklarını, askerlerini ve deniz ve hava kuvvetlerini kayalıklardan çekmesi durumunda Türkiye’nin de çekileceğini” açıklamış olmasının yanı sıra, ABD’nin “ilk kurşunu atanın karşısında ABD’yi bulacağı”nı açıklamış olması da etkili olmuştur.

Kardak Bunalımı Sırasında Ulusal Kamuoyları ve Hükümetlerin Yaklaşımları

Bunalım sırasında Yunanistan’da C. Simitis hükümeti seçimden yeni çıkmış, iktidara henüz gelmiş durumdadır. Türkiye’de ise T. Çiller’in başbakanlığını,  D. Baykal’ın dışişleri bakanlığını yaptığı DYP-SHP koalisyon hükümeti iktidarda bulunmaktadır. Gerek Yunanistan’da gerekse Türkiye’de ulusal hükümetler bunalım sırasında ulusal tezlerini oluşturmada hazırlıksız yakalanmışlardır. Öyle ki, Kardak Kayalıkları’nın hangi ülkenin egemenlik sınırları içerisinde yer aldığı ve/veya egemenliğinin belirsiz olup olmadığı konularında tartışmalar sürerken, her iki ülkede de hükümetler iddialarını Kardak Kayalıkları’nın kendi ulusal egemenlik sınırları içerisinde olduğu görüşüne dayandırmış, dolayısıyla bunalım sırasında gösterilecek tepki de en üst düzeyde olmuştur. Örneğin Yunanistan’da 19 Ocak 1996’da güvenoyu olarak hükümeti kuran Simitis[4], daha bir hafta geçmeden siyasi rakibi Arsenis’e yakın basın tarafından “Yunan toprağını Türklere peşkeş çekmek”le suçlanmış ve hükümet üzerinde yoğun bir baskı oluşmuştur. Bunalım sırasında Başbakan Simitis ile Savunma Bakanı Arsenis, Dışişleri Bakanı Pangalos ve Genelkurmay Başkanı Amiral Lymberis arasında yaklaşım farklılığı görülmektedir. Arsenis’in belirttiğine göre, Yunan Dışişleri Bakanı (Pangalos), Savunma Bakanlığı’ndan Yunan Genelkurmayı ve Amiral Lymberis’in yönetimi altında kayalıkların bulunduğu bölgedeki faaliyetlere ilgi ve gözlemlerin arttırılmasını istemiş[5], ardından Kalimnos Belediye Başkanı tarafından kayalıklara Yunan bayrağı çekilmiştir.  26 Ocak 1996 tarihinde yapmış olduğu bir radyo konuşması sırasında Pangalos, Kardak Kayalıkları’na ilişkin olarak Türkiye’nin ilk kez bur tür iddialar ortaya koyduğunu belirterek; Türkiye’nin Yunan toprağını istemediğini, haddi zatında iç politika konularıyla bağlantılı olarak, Kardak üzerinde egemenliğin belirsiz olduğunu öne sürmekte olduğunu tekrarlamıştır. 28 Ocak 1996 tarihinde bir radyo yayınında “Türkiye’nin  Yunanistan’a karşı yeni bir provokasyon sürdürmekte olduğu” dile getirilmiştir.

30 Ocak 1996 tarihinde yapmış olduğu basın toplantısı sırasında Başbakan Çiller, Türkiye’nin konuya ilişkin görüşlerini dile getirmiş ve daha önce Kardak Kayalıkları’nın egemenlik hakları konusunda belirsizlik olduğuna ilişkin yaklaşımı tersine çevirerek, kayalıkların Türkiye’ye ait olduğunu açıklayarak, Dışişleri Bakanlığı kayıtlarının Türkiye’nin bu iddialarını doğrular nitelikte olduğunu belirtmiştir.

Bütün bunlardan anlaşılacağı gibi, Kardak olayı sırasında hükümetler, Figen Akat’ın Kardak Kayalıkları’nda karaya oturmasını başlangıçta basit bir deniz kazası olarak algılarken, giderek egemenlik sınırlarının ihlali ve toprak talebi iddialarına dönüşmüştür. Deniz kazası ile her iki ülkenin de kayalıklara asker çıkarmalarına kadar geçen sürede bir yandan diplomatik girişimler sürdürülürken, diğer yandan da, ulusal tezlerin meşruluk kazanmasına yarayacak fiili durumlar yaratılmaya çalışılmış; medya da bu çabaları kolaylaştırmıştır. Normalde ulusal deniz sınırlarının ihlali olarak düşünülebilecek bir teknik olayı -bu bakımdan kayalıkların hangi ülkenin egemenlik sınırları içinde olduğunun önemi yoktur- iki ülke uzmanlarından oluşturulacak bir komisyon aracılığı ile  inceleyip siyasi karar alıcıların önüne getirebilecek iken, bu olayda tepki en üst düzeyde askeri yöntemler kullanılarak dile getirilmiştir. Dolayısıyla, bu olayda yapılması gereken, egemenlik iddialarını araştıracak bir görüşme sürecine girilmesidir ki, bu durumun Türkiye’nin aksine Yunanistan tarafından benimsenmemiş olduğu görülmektedir. Yunanistan bu konudaki bir görüşme sürecine karşı çıkmaktadır çünkü, Ege Denizi’nde Kardak Kayalıkları’na benzer pek çok kayalığın da statülerinin tartışılabileceği ve bu görüşme sürecinde bu bölgeleri Türkiye’nin egemenlik sınırları içerisine bırakabileceği endişesini taşımaktadır. Bu da en azından Yunanistan bakımından anlaşılabilir bir durumdur.

Bir başka açıdan ele alındığında, Kardak Kayalıkları bunalımı, algılamaların ve karar alma sürecinin etkinliği bakımından da ilginçtir. İlk nota değişimlerinden sonra iki ülkede de güvenliğe ilişkin kuruluşlar yapmış oldukları toplantılarda olayın ciddiyeti üzerinde durmuşlardır. Örneğin Türkiye’de o sırada Genel Kurmay Başkanlığı’nda yapılmakta olan Milli Güvenlik Kurulu ön toplantısında Deniz Kuvvetleri Komutanı G. Erkaya konuyu dile getirerek “bir geminin karaya oturduğunu ve Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nın notası ile burada bir egemenlik sorununun olduğunu, eğer diplomatik yolla halledilemezse kuvvet kullanımına sebep olacak bir hadise olabileceğini” anlatmıştır.[6] 28 Ocak’ta Türkiye’nin Atina Büyükelçisi’nin Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’na çağrılarak Kardak Kayalıklarının Yunanistan’a ait olduğunun ve bu kayalıklara yaklaşanlara ateş açılacağının bildirilmesinden sonra  29 Ocak’ta Türkiye’de konuyu görüşmek üzere üst düzeyde toplantılar yapılmıştır. Bu toplantıda Türkiye’nin olayı algılayış şekli ve gösterilecek tepkinin düzeyi belirlenmeye çalışılmıştır.

Erkaya’nın belirttiğine göre; “Toplantıda gerilim vardı. Çünkü artık o kadar tırmanmıştı ki hadise, bir veya iki gün içinde muhakkak suretle halli gereken bir konu haline gelmişti İster diplomatik yoldan halledilsin ister silah kullanılsın ki sayın Başbakan Çiller ve Deniz Baykal diplomatik yoldan halledilmez ise kuvvet kullanmakta kararlı görünüyorlardı Tabi kuvvet kullanmak söz konusu olduğunda bunun neticelerinin ne olabileceği düşünüldüğü için silah kullanma ihtimalinin verdiği gerilim orda oturanların hepsinde hakimdi…. Bir helikopter Kardak Kayalıklarında keşif yaptı. Gelen haberler Yunan askerlerinin adadaki varlığını doğruluyordu. Toplantıda ilk olarak Başbakan Tansu Çiller, Onur Öymen’e döndü ve sordu ‘Dosyamız sağlam mı, Kardak Kayalıkları hukuki olarak bize ait gözüküyor mu?’ cevap ‘evet sağlam’ idi.

…Daha sonra ‘Kardak Kayalıkları’nın Türkiye için önemi nedir?’ diye soruldu. Diplomatlar Kayalıkların Ege’deki diğer 150 kayalık için örnek teşkil ettiğini söylediler. Tartışmalar bir anda iki kayalık parçasından, Ege’deki tüm kayacıklara, kıta sahanlığına, hatta adaların kime ait olduğuna kadar uzanıyordu. Kayalıkların kime ait olduğunun altında ise 12 mil sorunu yatıyordu… Yani iki kayalığa sahip olan Ege’de sınırların belirlenmesinde söz sahibi olacaktı. ”[7]

Gösterilecek tepkiye ilişkin senaryolar üretilirken, askeri bir müdahalenin çatışmaya yol açacağı ve bu çatışmanın tırmanacağına ilişkin öngörüler dile getirilmiştir. Bu olasılığın tercih edilmesi durumunda ise, siyasi ve askeri sorumluluğun ağırlığı açıktır. Bu toplantı sırasında İnal Batu’nun dile getirmiş olduğu kayalıklardan üzerinde Yunan askeri bulunmayanına Türk askerinin çıkarılması önerisi dikkate değerdir. Gerçekten de kayalıkların iki tane olması ve Yunan askerlerinin bu kayalıklardan sadece birinde konuşlanmış olmaları Türkiye’nin göstereceği tepkide önemli bir seçenek kazandırmıştır. İnal Batu’ya göre, “Bu görüşün güçlü yanı şuydu, yani bir savaş riski asgariye iniyordu. Durum ve inisiyatif eşitliği sağlanıyordu.”

Başlangıçta ilgi görmese de, 30 Ocak’ta Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan ikinci toplantıda senaryolar üzerinde düşünülürken bu görüşün Türkiye’ye kazandırmış olduğu avantajlar anlaşılabilmiştir. “…Önce askersiz kayalıklara çıkılır, ertesi gün, diplomatik bir gelişme sağlanamazsa Yunan askerlerinin olduğu kayalığa çıkartma yapılırdı. Bu son olasılık, Türkiye’ye büyük avantajlar sağlıyordu. En önemlisi, zaman kazanılıyor, uluslararası arenada eşitlik sağlıyordu.” [8]

Bu plana uygun olarak hazırlıklar sürerken Yunanistan’ın Türkiye’nin gösterebileceği tepkiye ilişkin olarak hazırlık yapmış olduğu göz ardı edilmemeli; nitekim Türk askerlerinin ikinci kayalığa çıktığının anlaşılması üzerine gösterilecek tepki  tartışılırken açıkça inisiyatif Türklerden yana olmuştur. Bu kez Yunan siyasi ve askeri liderler gösterilecek tepkinin diplomatik mi yoksa askeri mi olmasını tartışmaya başlamışlardır. [9]

Kardak bunalımı, Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri de olumsuz etkileyecek bir gelişmeye yol açmıştır; Yunanistan’ın konuyu AB organlarına taşımasının ardından AB Konseyi ve Parlamentosu almış oldukları kararlarla Türkiye’yi bunalımdan sorumlu taraf olarak kabul ettiklerini göstermişlerdir.

Kardak bunalımının Türkiye’nin Ege Denizi’ne ilişkin politikasında önemli bir değişikliği yansıttığı da söylenebilir; “Kardak krizi önemlidir, çünkü Kardak vesilesiyle Türkiye tüm Ege’de adasal statükoyu Lozan’dan bu yana ilk kez açıkça sorgulamış ve gene ilk  kez bu krizin ardından Türkiye üçüncü taraflı çözümleri dışlamayacağını ilan etmiştir.” [10] Bu bağlamda, gerek Kardak gerekse ardından Gavdos adası konusunda ortaya çıkan görüş ayrılıkları, Yunanistan tarafından Türkiye’nin Yunanistan’a ilişkin toprak talepleri ve yayılmacı emellerinin göstergesi olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. [11]Oysa Türkiye’nin gerçekleştirmeye çalıştığı, Ege Denizi’nde Türkiye ve Yunanistan arasındaki tüm sorunları ortadan kaldırabilecek bir hukuki, siyasi çözüm yolunun sağlanabilmesi için gereken diyalog sürecinin oluşturulması ve tarafları memnun edecek bir sonuca ulaştırılabilmesidir. Bu bakımdan ele alındığında Lozan Antlaşması’nın yapıldığı dönemde henüz gündemde bulunmayan pek çok konu ve kavramın bugün birer egemenlik iddiası olarak algılanmakta oluşu göz ardı edilmemelidir. Bu zorunluluk Ege’de Lozan ve diğer antlaşmalarla ele alınmamış ve karara bağlanmamış konularda tarafları görüşmelere başlamaya yöneltmektedir.


Michael Robert Hickok, Kalimnos Belediye Başkanı’nın Kardak Kayalıkları’na çıkış tarihini 20 Ocak 1996, bu durumun basında ve kamuoyunda yankı bulmasını ise 26 Ocak olarak göstermektedir. Bkz; M. R. Hickok, “Falling Toward War in the Aegean: A Case Study of the Imia/Kardak Affair”, http://dodccrp.org/proceedings/DOCS/wcd00000/wcd00044.htm B.Tarihi: 23.09.1999.

Kardak Kayalıkları’na yapılacak müdahaleye ilişkin olarak siyasi, askeri, bürokratik kadroların birlikte yapmış olduğu toplantılardaki görüşler ve değerlendirmeler için bkz; “Kardak Krizi”, http://www.softdesign.com.tr/32gun/97-98-dosya/dosya21.html, B. Tarihi: 02/ 10/1999.

[4] Andreas Papandreu’nun 15 Ocak 1996 tarihinde çekilmesinin ardından eski ticaret ve Sanayi Bakanı Costas Simitis PASOK Parlamento Grubu’nda yapılan oylamada Akis Tsochatzopoulos’a karşı çoğunluğu kazanarak Başbakan olmuş,  ancak, henüz PASOK’un liderliğine gelememiştir. Dolayısıyla bu durum gerek hükümet gerekse PASOK içerisinde siyasi çekişmelere yol açan bir gelişme olmuştur. Savunma Bakanlığı’’ı elinde bulunduran Arsenis, Simitis’in Türkiye’ye ilişkin yaklaşımını eleştirirken bu dengeleri lehine çevirmeye çalışmıştır.

[5] Hickok, “Falling Toward War in the..,”

[7] “Kardak Krizi…”.

[8] “Kardak Krizi…”.

[9] Bu konuda bkz; Hickok, “Falling Toward War in the…,”; Kardak Krizi….

[10] Şule Kut, “Türk Dış Politikasında Ege Sorunu”, Türk Dış Politikasının Analizi, Der. Faruk Sönmezoğlu, İstanbul: Der Yayınları, 1998, ss. 256.

[11] Bu bakımdan Kut’un da vurguladığı gibi, Türkiye’nin yaklaşımı, Yunanistan’ın Ege Denizi’ndeki egemenliğini değil egemenlik iddialarını tanımamak yönündedir. Dolayısıyla Türkiye’nin bu yaklaşımını Yunanistan’ın egemenliğine değil ama Yunan çıkarlarına yönelik bir  tehdit olarak yorumlamak olasıdır. Ş. Kut, “Türk Dış Politikasında Ege Sorunu…,” s.268.