1998 Abdullah Öcalan ve PKK Bunalımı

Türkiye açısından ulusal güvenlik ve toprak bütünlüğüne yönelik tehditlerin doğrudan komşu bir ülkeden kaynaklanması gerekmemektedir. PKK ayrılıkçı terör örgütüne yönelik mücadelesi sırasında ortaya çıkan bulgular ışığında değerlendirildiğinde komşu ülkelerden bu örgütlere önemli ölçüde lojistik ve siyasi destek verilmekte olduğu görülmüştür. Komşu ülkelerin sağlamış olduğu desteklerle gelişen ve uzun yıllar Türkiye’yi maddi ve manevi kayıplara uğratan terör örgütlerinin dış bağlantıları arasında Yunanistan’ın oynamış olduğu rol dikkat çekicidir.

Türkiye’nin elde etmiş olduğu bulgulara dayanarak Yunanistan’a yapmış olduğu uyarılara karşın bu desteğin sürdürülmek istenmesi ve uluslararası kamuoyunda meşrulaştırma çabalarına girişilmesi, Türkiye’nin ulusal güvenliği ve toprak bütünlüğü, çıkarları açısından Yunanistan’ı açık bir tehdit kaynağı olarak kabul etmesine yol açmıştır. Türk siyasi ve askeri kadrolarının bu konudaki bilgilerinin kitle iletişim araçlarında yer alması Yunanistan’a ilişkin kamuoyu yargılarının pekiştirmiştir.

Yunanistan’ın ve Yunanlı politikacıların PKK terör örgütüne vermiş oldukları siyasi destek giderek uluslararası kamuoyu önünde açıktan yürütülmüştür. Yunanlı politikacılar ve askerler PKK örgütünün Suriye, Irak ve Lübnan’daki üslerini ziyaret ederek desteklerini ifade etmişlerdir.

Askeri bakımdan örgüte verilen destekler ise ayrı bir boyutta ele alınmalıdır. Terör örgütünün sürdürdüğü mücadele sırasında gereksinim duymuş olduğu silahları kısmen Irak’taki depolardan kısmen dağılan eski SSCB ülkelerinden ve Afganistan’dan satın almış olduğu biliniyor. Ancak, bu silahların ötesinde özellikle helikopterlere karşı etkili bir mücadele yapabilmek için elde etmeye çalıştıkları füze sistemlerini elde etmelerinde Yunanistan’ın rol oynadığı yakalanan teröristler tarafından doğrulanmıştır.[1]

Yunanistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerde doğrudan bir sorun olarak karşımıza çıkması terör örgütünün bu ülkede açıktan açığa örgütlenmeye başlaması ve Yunan askeri ve siyasi makamlarının örgütün faaliyetlerini kolaylaştırıcı hatta yönlendirici bir politika izlemesiyle olmuştur.

Türkiye’nin 1980’lerin ilk yarısından bugüne güneydoğuda sürdürmekte olduğu ayrılıkçı teröre karşı mücadelede göstermiş olduğu askeri başarının siyasi alanda da etkisini göstermesi 1998 yılında örgüt liderlerinden Şemdin Sakık’ın Irak’ta ve Abdullah Öcalan’ın da Kenya’da, Türk istihbarat timlerinin yürüttükleri birer operasyon sonucunda ele geçirilmesiyle olmuştur.[2]

Bu iki önemli ismin Türk istihbarat timlerince ele geçirilmesi süreci örgütün uluslararası bağlantılarının gün ışığına  çıkmasını sağlamıştır. Sakık’ın yakalanmasının ardından Türkiye’nin örgütün lideri olarak kabul edilen A. Öcalan’ın yerleşmiş olduğu Suriye üzerinde uygulamış olduğu askeri ve siyasi baskı olumlu sonuç vermiş ve Öcalan Suriye’yi terk etmek zorunda kalmıştır.[3] Suriye dışında Öcalan’ın yerleşebileceği ülkeler arasında Rusya, Ermenistan, İran, Yunanistan, İtalya gibi ülkelerin adları gündeme gelirken Türkiye bu ülkelerden Öcalan’a sığınma ve yerleşme hakkı vermemelerini istemiştir. Bu süreç, PKK’nın Türkiye’deki eylemlerinin uluslararası bir nitelik taşıdığının gerek ulusal gerekse uluslararası kamuoyunda açıktan tartışıldığı bir dönem olarak dikkatleri çekmektedir. Türkiye ulusal güvenliğine ve toprak bütünlüğüne yönelik fiili bir tehlike ile yoğun bir mücadele verirken zaman zaman uluslararası baskıları göğüslemek durumunda kalabilmiş ve bu mücadelesinde yalnız bırakılmıştır. Bu durum İran, Suriye, Irak, Ermenistan ve Rusya bakımından kısmen anlaşılır olmakla birlikte, özellikle İtalya, Yunanistan, Hollanda, Belçika  ve Almanya gibi, Türkiye’nin ittifak ilişkileri içerisinde olduğu ülkelerin yaklaşımları bakımından daha önemlidir. Bu ülkeler, Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliği için yürütmüş olduğu mücadeleyi desteklemek yerine engellemişlerdir.

Özellikle Yunanistan ile sorunlar çerçevesinde, Türkiye’nin bu ülkeye yönelik tepkisi uzun süre sonuçsuz kalmış ve Yunanistan, PKK’yı bir terör örgütü olarak kabul etmediğini ve bu örgütün yürütmüş olduğu silahlı mücadeleyi de insan hakları ve demokrasi bakımından değerlendirmekte olduğunu ifade etmiştir.[4] Gerçekten de Yunanistan’da siyasiler Yunanistan’ın PKK ve Öcalan ile olan bağlarını gözlerden kaçırmaya çalışmışlardır. Örneğin Konstantin Stefanopoulos (Yunanistan Cumhurbaşkanı), Yunan Paradoksu adlı kitaba yazmış olduğu makalede şu görüşlere yer vermektedir; “Yunanistan Türkiye’ye karşı hiçbir hasmane eylem içerisinde değildir. Ülkemizin Kürdistan İşçi Partisi’nin (PKK) üyelerini aktif biçimde desteklediği ve eğittiği iddiası tümüyle yanlıştır ve bu nedenle de Türkiye iddiasını destekleyecek en ufak bir kanıt dahi bulamamıştır.”[5]

Dolayısıyla, Yunanistan’ın terör örgütüne vermiş olduğu desteği protesto eden Türkiye’nin bu protestosu, uzun süre Yunanistan tarafından reddedilmiş, fakat Öcalan’ın  Kenya’da Yunanistan Büyükelçiliği’nde saklandığının açığa çıkması ve yakalanmasının ardından Yunanistan, durumu kabullenmek zorunda kalmıştır.[6]

Cumhurbaşkanı Demirel, Öcalan’ın Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği konutunda saklandığının ortaya çıkması ve Yunanistan’ın sorumluluğunun belli olmasının ardından, yapmış olduğu bir açıklamada Yunanistan’ı “haydut devlet” olarak nitelendirmiş ve uluslararası hukuka uymadığını, terörü destekleyen ülkeler arasında yer alarak dostluk ve müttefiklik kimliği ile bağdaşmayan bir davranış sergilediğini belirtmiştir. Ayrıca, Yunanistan’ın bu politikasından vazgeçmediği taktirde Türkiye’nin BM ilkeleri doğrultusunda meşru savunma hakkını kullanarak gerekli tepkiyi göstereceğini vurgulamıştır. Cumhurbaşkanı Demirel, Manila’da yapmış olduğu basın açıklamasında; “PKK’nın en büyük destekçileri arasında yer alan ve son olaylarla ‘suçüstü yakalanan’ Yunanistan’ın ‘terörü destekleyen ülkeler’ listesine alınmasını” istemiş ve “Yunanistan’ın yasadışı davranışlarını sürdürmesi durumunda Türkiye’nin ‘uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaa hakkını kullanacağını” vurgulamıştır. “Yunanistan, sığınacak yer arayan PKK teröristlerine melce sağlamakta, bunlara eğitim kolaylıkları ve lojistik destek vermektedir. Yunanistan PKK’nin terör eylemlerini hiçbir zaman kınamamıştır. Tersine Yunanistan, kısa bir süre önce bir kez daha PKK terör örgütünü ve onun elebaşı Öcalan’ı terörist olarak görmediğini açıklamıştır. Nihayet son olarak Kenya’da ele geçirilmesinden önce Yunanistan tarafından kendine sağlanan yardım ve bunun bizzat Yunanlı yetkililer tarafından itiraf edilmesi, her şeyi açıkça gözler önüne sermiştir. Bu gelişmeyle birlikte Yunanistan ve suç ortağı Kıbrıs Rumları, terörizmle ilişkilerinde suçüstü yakalanmışlardır.”

“Böyle bir ülke ancak ‘yasadışı bir devlet’ olarak tanımlanabilir. Yine de Yunanistan’a bir şans daha vermek istiyoruz. Bu çerçevede Yunanlı yetkilileri bir kez daha medeni ve hukuka saygılı her ülkenin yapması gerektiği gibi uluslararası hukuk çerçevesinde yükümlülüklerine uymaya davet ediyorum. Bununla birlikte, şayet yasadışı davranışlarını sürdürmeyi tercih ederlerse, uluslararası hukuktan doğan meşru müdafaaya dönük gerekli tedbirleri alma hakkımızı saklı tutuyoruz.”[7]

Demirel’in Yunanistan’a ilişkin konuşmasını değerlendiren Şükrü  Elekdağ’a göre, “Demirel’in Yunanistan’a yönelik sözleri … mesajın sert bir uyarıdan daha fazla bir ağırlığa sahip olduğu ve bir nevi ültimatom niteliği taşıdığı anlaşılır. Türkiye bu şekilde konuşmakta haklıdır. Çünkü Birleşmiş Milletler’in  (BM) terörle mücadele ve saldırının tarifine ilişkin kararları ve BM Yasası’nın 2/4. Maddesi ışığında, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü hedef alan bir terörist örgüte destek veren ve onu topraklarında barındıran Yunanistan, bu tutumuyla ülkemiz için bir tehdit oluşturmaktan da öteye fiilen ve hukuken saldırıda bulunmaktadır.”[8]

Sami Kohen’in değerlendirmesine göre ise, Demirel’in konuşmasında dile getirmiş olduğu “Yunanistan’ın terörizme destek veren, yataklık eden  ülkeler listesine dahil edilmesi” ve “uluslararası hukuktan doğan meşru savunma hakkının saklı tutulduğu” ifadeleri “Yunanistan’ın aynı tavrı sürdürmesi halinde, Türkiye’nin bunu bir ‘savaş nedeni’ sayacağı anlamına geliyor.”[9]

Öcalan’ın Yunanistan ile olan bağlantılarının ortaya çıkması, Türkiye’nin bu ülkeye yöneltmiş olduğu suçlamalarının temelsiz olmadığını göstermiştir. Nitekim Öcalan’ın basına yansıyan ifadelerinde ve yargılaması sırasında yapmış olduğu açıklamalarda Suriye’den ayrılmasının ardından sığınmak için ülke arayışlarında Yunanistan’daki örgüt elemanlarından ve Yunan istihbarat örgütü ve siyasilerinden nasıl yardım gördüklerini açıkça sergilenmiştir.   Basında Yunanistan Hükümeti’nin olaydaki sorumluluğuna ilişkin değişik yorumların yer almasına karşın, Yunanistan’da hükümet olayın hükümetin inisiyatifi dışında gelişmiş olduğunu ileri sürerek sorumlular hakkında yargıya başvurmuş ve Dışişleri Bakanı T. Pangalos, İçişleri Bakanı Papadopulos ve Kamu Düzeni Bakanı Peçalnikos istifa etmiştir.[10] Atina Savcılığı’nın Öcalan’ın Yunanistan’a yasadışı biçimde getirilmesi olayını soruştururken hazırlamış olduğu raporda dile getirdiği şekliyle; “Özellikle Öcalan’ın yasadışı biçimde Yunanistan’a getirilmesi ve misafir edilmesi, Türkiye’ye karşı düşmanca bir girişim olarak nitelendirilebilir. Türkiye’nin, bu tür girişimlerin savaş nedeni olacağı yolundaki tezi zaten biliniyor. Bu hareketler, hükümetin onayı ile yapılmamıştır ve hükümetin Öcalan’ın ülkeye gelmesinin milli açıdan zararlı olduğu ve kendisine sığınma hakkı tanınmayacağı yolundaki tezine de aykırıdır. Yunanistan’ın zor durumda kalmasına yol açan bu hareket, Türkiye’nin Yunanistan’a karşı düşmanca bir girişimde bulunmasına da yol açabilir. Türkiye’nin bu konudaki bilinen tezi çerçevesinde, Öcalan’ın ülkeye getirilmesinin, Türk halkının Yunanistan’a karşı düşmanlık duymasına ve iki ülke arasında gerginlik doğmasına yol açması doğaldır.”[11]

Öcalan’ın yakalanmasının ardından Yunanistan’da meydana gelen gelişmelere bakıldığında olaya adları karışanların ifadeleri oldukça ilginçtir, örneğin emekli amiral A. Naksakis, savcılığa vermiş olduğu ifade sonrasında yaptığı açıklamada Simitis hükümetini suçlayarak, “Öcalan’ı ben getirdim ancak, vicdan azabı çekiyorum, tutuklanmasına istemeden neden oldum… Öcalan’ın tutuklanmasına neden olan operasyonu gerçekleştiren hükümet şimdi, sorumluluğu alt düzeyde yetkililere yüklemek istiyor” demiştir.[12] Bu açıklama  Öcalan’a atfedilen ifadelerde dile getirilen görüşlere koşut çıkarsamalar yapılabilmesine olanak vermektedir.  Öcalan ifadesinde  9 Ekim günü yanında Yunanca bilen ve Yunanistan temsilcisi olan Rozerin [Rozalin] kod adlı Ayfer Kaya ile Suriye’yi terk ederek Yunanistan’a gidişini şu şekilde anlatmaktadır; “… Yunanistan’a geldiğimizde o zamana kadar bana büyük ilgi gösteren, PKK’ya dost olduğunu ifade eden Yunanistan, son derece kötü yüzünü gösterdi. Bana 3 saat içinde ‘ya  geldiğin yere geri döneceksin veya istediğin yere gideceksin’ dediler. Bu arada  Rozerin [Rozalin], Yunan servisinden Dimitris ile görüştü….  29 ocak 1999 tarihinde Rusya’dan ayrıldık… Bana Badovas ve Nagazakis [Naksakis] büyük güvence verdiler. Yunanistan’a kabul edileceğimi söylediler. Yunanistan’a geldik,… ancak yetkili  ve sorumlu durumda olan Dimitris beni görünce yeniden hırçınlaştı, derhal gönderileceğimi söyledi.”[13] Uzun yıllar Türkiye’ye yönelik eylemlerine verdikleri her türden desteğin sonucu olarak Öcalan ve PKK’nın Yunanistan’ı doğal müttefik olarak algılamış olduğu görülmektedir. Ancak, PKK’ya verilen desteğin Türkiye ile sıcak bir çatışmaya yol açabilecek olması veya bu ilişkinin bir Türk – Yunan sorunu olarak algılanmaya başlanması tehlikesi, Yunanistan’ın politikasını değiştirmesine neden olmuştur. Bu politika değişikliği ise, doğal olarak, PKK ve Yunanistan’daki destekçileri tarafından davaya ihanet olarak değerlendirilmiştir. Örneğin, Öcalan’a Kenya’da refakat edenlerden Ş. Dilan Kılıç, Atina’da yapmış olduğu basın toplantısında Simitis’i eleştirerek “Öcalan’ın, Türkiye’ye ‘uluslararası ortak bir komplo’ ile teslim edildiğini ve komploya taraf olanların CIA, MOSSADTürkiye, Kenya, Rusya ve Yunanistan olduğunu iddia” etmiş… “Yunan tarafında komplonun kahramanlarının, Başbakan Simitis, istifa etmiş üç bakan ve görevden alınmış Yunan Gizli Haberalma Örgütü Şefi olduğunu” belirtmiştir. “Simitis’in ahlak düzeyinden şüpheliyiz, ahlaksız çabalarda bulundu. Simitis ve Pangalos bile bile Öcalan’ı teslim ettiler”.[14]

Bir başka değerlendirmeye göre ise, “Herkes, Öcalan’ı Türkiye’ye teslim ettiğimize ve olayın fiyasko ile sonuçlandığına inanıyor. Ama sakin kafa ile düşünebilenler, hükümetin gizli servisler ve iktidar partisi içindeki ‘aşırı milliyetçi’ gruplara teslim olduğunu ve Öcalan’ın bunlar tarafından emrivaki ile Yunanistan’a getirildiğini  biliyor. PASOK, kuruluş yıllarındaki günahlarının etkisinde hareket etti”…. “1997’de Öcalan’ı Atina’ya  davet eden mektubu, 75 Yeni Demokrasi Partisi (YDP) üyesi de imzalamıştı. Ama artık YDP, sırf Türklere karşı diye Kürtlere destek vermekten yana değil. Öcalan’a sığınma sağlanmasının faturasının da çok ağır olacağını biliyorlar.”[15]

Yunanistan’ın Washington Büyükelçisi  Aleksandros Filon’un ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı M. Grossman ile yapmış olduğu görüşmeyi aktaran Y. Çongar’ın dile getirdiğine göre; “…Filon’un söylediği başka bir şey daha  vardı; o da, Yunanistan’da ‘Kürt davasına yaygın sempati beslendiği’dir. Yunan Büyükelçisi, bu sempati nedeniyledir ki, Öcalan operasyonunun ‘gizli’ yürütüldüğünü savunuyor. Ona göre, Atina’nın niyeti Öcalan’dan kurtulmak, onu üçüncü bir ülkeye göndermekti; Türkiye’ye iadesi ‘idam cezasının varlığı nedeniyle’ mümkün değildi. Ancak eğer Öcalan’ın Yunanistan’a sığınmaya çalıştığı ilan edilseydi, hem Ankara – Atina arasında çok büyük bir gerginlik doğabilirdi, hem de Filon’un sözleriyle, ‘Yunanistan’da bir çok kişi ona sığınma hakkı tanınması yönünde baskı yapardı. Oysa biz bu, hakkı vermemeye kararlıydık”.[16]

Türkiye’de ise, PKK / Öcalan – Yunanistan bağlantısı gelişmelerle gözler önüne serildiğinde kamuoyu Yunanistan’ın ilişkilerde samimi ve inandırıcı olmadığının uluslararası kamuoyuna anlatılması gerektiğini dile getirmiştir. Bu doğrultuda Yunanistan’ın izlemiş olduğu bu politikanın ilişkilere vermiş olduğu zararı ABD, NATO, Avrupa Konseyi gibi uluslararası platformlarda dile getirmiştir. Yunanistan’ın terörizme destek veren bir ülke olduğu ve bunun sakıncaları anlatılmıştır.

Türkiye’de on binlerce can kayıbına neden olan terör hareketine Yunanistan’ın vermiş olduğu desteğin uluslararası kamuoyunun gözü önünde ortaya çıkarılmış olması Türk kamuoyunda Yunanistan’a olan bakışı da etkilemiştir. Yunanistan, özellikle terörden zarar görmüş insanlar bakımından terör örgütü ile özdeş görülmüştür. Dost ve düşman kavramları ülkeler için kullanıldığında Yunanistan’ın düşman olarak görüldüğünü söylemek -bu dönem için en azından- daha kolay ve gerekçelendirilebilir olmuştur.

Yunanistan’da ise, hükümet uluslararası kamuoyu önünde ayrılıkçı terör örgütünü destekleyen bir ülke olarak en az terör örgütü kadar suçlu olma suçlamalarından kurtulabilmek için bunun bir hükümet politikası olmadığını ve olaya karışanların cezalandırılacağını göstermeye çalışmıştır.[17] Ancak hükümetin/devletin kimi birimlerinin bu işin içinde olduğuna dair kanıları değiştirmek mümkün olmamıştır; en azından Türkiye için.

Bununla birlikte, Türkiye, Yunanistan ile diyalog sürecini başlatacak bir adım atmış ve diyaloga açık olduğunu göstermiştir. Başbakan Ecevit, Yunanistan’da yayın yapan Mega TV’de yayınlanan Kara Kutu adlı programda yapmış olduğu konuşmada “Yunanistan, Türkiye’nin hem toprak bütünlüğüne, hem de içişlerine karışmak amacı ile birtakım girişimlerde bulunduğu için bölgede durum gerilmektedir. Agathenisi olayında olduğu gibi sorunlara çözüm gazeteciler tarafından değil politikacılar tarafından bulunabilir. Yunanistan ülkemiz karşıtı terör gruplarını desteklemeyip diyaloğa başlarsa ilişkiler en kısa zamanda düzelebilir. Ancak diyaloğun hemen her konuda olması gerekir. Yunan yetkililer bize anlaşamadığımız konularda Lahey’e gitmemiz konusunda telkinlerde bulunuyorlar. Lahey’e gitmek istesek bile gidemeyiz, çünkü Lahey’den önce oturup sorunlarımızı masada kararlaştırmalıyız,”[18] demiştir. Dışişleri Bakanı İ. Cem 24 Mayıs 1999 tarihinde Yunanistan Dışişleri Bakanı G. Papandreu’ya göndermiş olduğu bir mektupta ikili ilişkilerin iyileştirilmesine ilişkin görüşlerini açıklamış ve “ilk adımımız terörist örgütlerle ve bu örgütlerin sistematik olarak korunmasıyla Yunanistan arasındaki bağa ilişkin olarak Türkiye’de var olan anlayışa neyin yol açtığını belirlemek olmalıdır. Bu bizim için yaşamsal derecede önemli bir konudur ve yakın zamanlardaki olaylar bu konunun kesin bir şekilde ve ülkelerimiz arasında ikili düzeyde  ele alınmasını zorunlu kılmıştır. Bu nedenle, ben, Türkiye ve Yunanistan’ın terörizme mücadele konusunda bir anlaşmaya varmalarını öneriyorum. Bu konunun çözümlenmesi aramızdaki varolan anlaşmazlıklara daha büyük bir güvenle yaklaşmamıza olanak sağlayacaktır. Bu anlaşmanın içeriği, halen diğer komşu ülkelerle imzalamış bulunduğumuz anlaşmalardan esinlenebilir, ancak spesifik olarak, ilişkilerimizi etkileyen sorunların doğasına da uygun olmalıdır.”[19]

G. Papandreu, 25 Haziran 1999 tarihinde yazmış olduğu cevabi mektubunda, ikili ilişkilerin geliştirilmesine ilişkin isteğin Türkiye tarafından dile getirilmiş olmasından duyulan memnuniyet ve bunun Yunanistan’ın da samimi isteği olduğu vurgulanmıştır. Papandreou cevabında Yunanistan’ın uluslararası hukuk ve anlaşmalar çerçevesinde ilişkilerdeki sorunları belirlemek istediğini, bu doğrultuda ortak çıkarların bulunduğu kültür, turizm, çevre, suç, ekonomik işbirliği ve ekolojik sorunlar gibi çeşitli alanlarda işbirliğinin görüşme konuları içerinde yer alabileceğini belirtmiştir.[20]

 


, 1 Mart 1999, http://hurweb01.hurriyet.com.tr/hur/turk/99/03/01/gundem/02gun.htm

Yunanistan’ın PKK’ya vermiş olduğu desteğe ilişkin olarak Öcalan’ın yargılanması sırasındaki ifadeleri ilginçtir; PKK tarafından kullanılan Strella füzelerinin nasıl temin edildiği sorulduğunda Öcalan, “Yunanistan’da bulunan temsilcimiz Rozalin kod Ayfer Kaya Yunanistan’da bir yardım kampanyası oluşturduğu kiliselerden ve bize yardımcı olan halktan toplanan paralarla alınacak füzelerin finansmanını sağlandı ve Sırbistan bölgesinden tanesi 18.000 dolara alınan 20 adet Strella füzesi tüccar vasıtasıyla yerinde yani Kuzey Irak’ta örgüte teslim edildi. Yine kullanmış olduğumuz SAM6 ve SAM 7 füzeleri ilk etapta Kuzey Irak’taki boşluktan yararlanılarak temin olunduğu, daha sonra bu füzeler Rusya’dan Kafkaslar üzerinden Ermenistan ve Bakü hattıyla Kuzey Irak’a geçirildi. Hatta füzelerin bir kısmı İran servisinin eline geçti. Bu füzeler konusunda Yunan Gizli Servisi’nin yol göstermiş olması mümkündür. Bu füzelerin eğitiminin Kosova bölgesinde yapıldığını zannediyorum.” Tuncay Özkan, Operasyon, İstanbul: Doğan Kitapçılık, 2000, s.224.

[2] Şemdin Sakık, yakalanmasının ardından ifadeleri sırasında Yunanistan’dan almış oldukları desteklerden örnekler de vermiştir. “Biz PKK’ya yardım edenler olarak, Yunanistan’ı biliriz. G. Kıbrıs ayrıntıdır. Yunanistan’dan 80 füze gelmişti…Yunanistan’dan parlamenterler de  geldi. Yunanistan’dan bir de general geldi. Görüntüleri, İran ve Yunanistan TV’lerinden verildi”. Güneri Civaoğlu, “PKK’ya 80 Füze”, Milliyet, 11 Mart 1999, s. 17.

[3] Suriye üzerinde uygulanan askeri güç kullanma tehditinin başarıya ulaşmasını, Türkiye’nin yeni bir aktif dış politika anlayışı içerinde olmasına bağlayan bir değerlendirme için bkz; Alan Makovsky, “The New Activism in Turkish Foreign Policy”, SAIS Review, Winter-Spring 1999, s.94.

[4] Örneğin 1995 yılında basında çıkan yazılarda Yunanistan ile PKK arasındaki ilişkilere dikkat çekilmiş ve Türkiye’nin göstereceği tepkiler vurgulanmıştır. “Çiller Atina’ya Rest Çekti”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10; Lale Sarıibrahimoğlu, “Ankara, Yunanistan’ı Teşhir Edecek” Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10; İsmail Soysal, “Atina’nın Tutumuna Seyirci Kalınamaz”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 1995, s. 10.

[5] Konstantin Stefanopoulos, “Yunan Dış Politika Meseleleri”, Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison-Kalipso Nikolaydis, İstanbul, Doğan Kitap, 1999, s. 175.

[6] Yunanistan’da Simitis Hükümeti, Öcalan’a verilen desteğin hükümet dışı örgütlenmeler tarafından yapıldığı görüşünü ortaya atarak sorumluların yargılanması için harekete geçmiş, bu arada Dışişleri Bakanı T. Pangalos istifa etmek zorunda kalmıştır.

[7] Mustafa Balbay, “Atina Terör Destekçisi”, Cumhuriyet, 23 Şubat 1999, ss.1-17. “Atinaya Savaş Uyarısı,” Milliyet, 23 Şubat 1999, s.16. Demirel bu açıklamasında Yunanistan için “rogue state” sıfatını kullanmıştır. “Yasadışı devlet” veya “haydut devlet” olarak Türkçeye çevrilebilir. Genellikle terörü siyasi amaçlı olarak kullanan ve uluslararası hukuka uygun davranışlar sergilemeyen devletler için kullanılmaya başlanmıştır.

[8] Şükrü Elekdağ, “Yunanistan, Ayağını Denk Al,” Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 16.

[9] Sami Kohen, “Dış Politikada Sertleşme,” Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 16. Ayrıca bkz; Hasan Cemal, “Demirel’den Yunanistan’a Ağır, Hatta Son Uyarı,” Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 17.; Güneri Civaoğlu, “Suç Ortaklığı,” Milliyet, 23 Şubat 1999, s. 17.

[10] 9 Nisan 2000 seçimlerinin ertesinde yeniden hükümeti kurmakla görevlendirilen Simitis, T. Pangalos’u Kültür Bakanı yaparak kabineye dahil etmiştir.

[11] “Türkiye’ye Düşmanca Davranıldı”, Cumhuriyet, 13 Mart 1999, s. 11.

Sözkonusu raporda ayrıca, emekli amiral Naksakis’in Öcalan’ın Yunanistan’a getirilmesi sırasında oyanış olduğu role de değinilmiş ve “Kalenderidis, bu yardım talebini derhal EYP Başkanı Haralambos Stavrakakis’e bildirdi, Stavrakakis de derhal gerekli önlemlerin alınması için Kamu Düzeni Bakanlığı ve polise haber verdi. Ama bundan sonra gerek EYP gerekse polisin, Öcalan’ın ülkeye getirilmesi olasılığından haberdar olmalarına rağmen, gerekli tedbirleri almadıkları anlaşıldı. Bu nedenle ülke açısından olumsuz sonuçlar veren gelişmeler yaşandı” denilmekte.

[12] Taki Berberakis, “Soruşturma Başladı”, Milliyet, 24 Şubat 1999, s. 16.

[13] Tolga Şardan, “Nairobi’de Çatışabilirdik”, Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 21.

[14] Taki Berberakis, “Simitis’e Ağır Hakaretler”, Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 23.

[15] Zafer Arapkirli, “Apo’ya Destek Atina’yı Böldü”, Milliyet, 28 Şubat 1999, s. 23.

[16] Yasemin Çongar, “ABD Gidişattan Rahatsız”, Milliyet, 8 Mart 1999, s. 17. Vurgular yazara aittir.

[17] Papandreu’nun 20 Ocak 2000 tarihinde Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret sırasında Öcalan krizi ile Kürt sorunu arasında bir bağ kurmamaya çalıştığı gözlenmiştir; “Kürt sorununu Türkiye ve Yunanistan arasında bir konu haline getirmek istemezdik ve bunun Yunanistan’ın politikası olduğuna inanmıyorum. Olaylar bizi zor duruma soktu. Bunu Türkiye ve Yunanistan meselesi yapmıyoruz. AB’nin teröre karşı, insan hakları ve azınlık haklarının korunması konusundaki politikası biliniyor. Bunlar, Türkiye’nin AB adaylığı sürecinde üzerinde durması gereken konular” demiştir. “Papandreu: Tabuları Yıkalım…,” s. 9.

[18] Murat İlem, “Ecevit’ten Atina’ya ‘Dostça’ Uyarı”, Cumhuriyet, 18 Haziran 1999, s. 8.

Mektubun tam metni için bkz; http://www.turinfonet.org.tr/frame/documents/lettercem.html B. Tarihi: 19.02.2000.

Mektubun tam metni için bkz;  http://www.turinfonet.org.tr/frame/documents/letterpapan.html B. Tarihi: 19.02.2000.

Ayrıca bkz; “Atina’dan Olumlu Yanıt”, Cumhuriyet, 27 Haziran 1999, s. 11.; Serpil Çevikcan, “Atina’dan Barış Paketi”, Milliyet, 29 Haziran 1999, s. 16.