İTTİFAK İLİŞKİLERİ ÇERÇEVESİNDEKİ SORUNLAR

Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlıklar sadece bu iki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler çerçevesinde değil aynı zamanda bu ülkelerin ittifak ilişkisi içerisinde bulundukları ülke ve uluslararası örgütlenmeler çerçevesinde de gündeme getirilmektedir. Dolayısıyla, bu örgütlenmeler, bir bakıma Türkiye ve Yunanistan arasındaki mücadelenin zemini haline gelmektedirler.

Bu bakımdan ele alındığında, Türkiye ve Yunanistan’ın üyelik ilişkileri içerisinde bulundukları Avrupa kökenli örgütler ayrı bir önem taşımaktadır. Bu önem ise bu tür örgütlenmelerde nihai hedefin ülkelerin bütünleşmelerine yönelik olmasındadır.


NATO Çerçevesindeki Sorunlar

1952 yılından beri NATO’nun üyeleri olarak Türkiye ve Yunanistan arasında askeri ittifakın yükümlülüklerinin yerine getirilmesi sırasında sorunların çıkması kaçınılmaz olmuştur. Bu durum, özellikle 1974 Kıbrıs Barış Harekatı ve sonrasında gelişen Ege Denizi uyuşmazlıkları ile daha da artmıştır. Özellikle Yunanistan’ın NATO askeri kanadından ayrılması ve 1980 yılında geri dönüşü, bu iki ülke arasında ittifakın güneydoğu kanadında nasıl bir düzenlemenin ve dengenin sağlanması gerektiği sorununu ortaya çıkarmıştır. 1999 yılına değin NATO güneydoğu kanadında yapılacak altyapı yatırımları ve karargah, komutanlık düzenlemeleri iki ülke ve NATO bünyesinde pazarlık konusu olarak görülmüş ve bu ülkelerin çıkarları dengelenmeye çalışılmıştır.

Diğer yandan, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uzlaşmazlıklara koşut olarak Yunanistan’ın ittifak içinde olduğu bir başka NATO ülkesini toprak bütünlüğü bakımından “açık tehdit” olarak gördüğünü açıklamış olması ve Ulusal Savunma Doktrini’ni bu tehditi karşılamak yönünde düzenlemiş olması ittifakın temel amaçlarıyla çelişir bir durum ortaya çıkarmıştır. Dolayısıyla, ittifakın işlerliğine gölge düşürmüştür. Bu durumu en iyi yansıtan  gelişmelerden bir başkası ise Balkanlar’da yaşanan Bosna Hersek ve Kosova olayları sırasında NATO’nun üstlenmiş olduğu askeri müdahale görevi sırasında Yunanistan’ın müdahaleye katkıda bulunacak olan Türkiye’ye ve genel olarak da NATO’nun Balkan politikasına karşı çıkması olmuştur.

Türkiye ve Yunanistan arasındaki yakınlaşmaya koşut olarak iki ülke silahlı kuvvetleri arasındaki yakınlaşma ve işbirliği çabaları da belirgin ölçüde artış göstermiştir. Özellikle Mayıs ayı içinde yapılan Dynamic Mix NATO tatbikatları çerçevesinde Türk uçaklarının Yunanistan’ı ziyaretleri ve benzer şekilde Yunan uçaklarının Türkiye’yi ziyaretleri, iki ülke arasındaki yakınlaşma ve işbirliğinin askeri alanda da sürdürülebileceğini göstermiştir.Basında yer alan haberlere göre, “Atina, iki ülke arasında Ege’deki ihtilaf konularını da ele alabilecek Türk – Yunan ‘siyasi – askeri’ komitesi oluşturma şeklindeki Türk önerisini yoğun tartışmalar sonunda kabul “ etmiştir.[1]

AB Çerçevesindeki Sorunlar

Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin genel niteliği göz önüne alındığında iki ülkenin de üyesi bulundukları uluslararası örgütler ve ittifaklar içerisinde karşılıklı üstünlük arayışları ve çıkar çatışmaları içinde olmaları kaçınılmaz olmuştur.

Bu bağlamda her iki ülkenin de üye oldukları örgütlenmelerde diplomatik çatışmalarda bir dengelemeden söz etmek mümkün iken AB gibi taraflardan sadece birinin tam üye olduğu örgütlerde diğer ülkenin çıkarlarına ve politikalarına zarar verebilecek olanaklara sahip olunması durumunda bir dengelemeden söz edilemeyeceği gibi, bu avantaj pazarlık konusu yapılabilmektedir. 1987 yılında Türk – Yunan ilişkilerinde DAVOS sürecinin getirdiği ılımlı hava sürerken Türkiye ve AT arasında oluşturulmaya çalışılan Uyum Anlaşması’na Yunanistan’ın çıkarmış olduğu engeller ve bu engelin kaldırılmasının pazarlık unsuru olması buna örnektir. “Türkiye, ‘1964 kararnamesi’ diye bilinen, eskiden Türkiye’de oturan Yunan vatandaşlarının mal, para ve mülklerinin dışarı çıkarılmasını kısıtlayan yasayı iptal ederse, Atina da uyum anlaşmasını imzalayacaktı… Türkiye bu kararnameyi iptal etti. Yunanistan da 20 Nisan günü uyum anlaşmasını (1 Ocak 1989’da uygulamaya konulmak üzere) imzaladı”.[2] Türkiye’nin AB’ye tam üye olma çabalarında hemen her toplantı sırasında Yunanistan’ın üyelik sürecini ve yapılacak yardımları engellemekte olduğu, bu engeli kaldırmak için de Kıbrıs sorunun çözümüne ilişkin şartları ileri sürdüğü görülmüştür.

AB açısından, Yunanistan’ın Birliğe tam üye sıfatıyla katılmış olması, Türkiye’nin ise, tam üye olma arzusunda ve çabasında bir ülke olması, Türkiye’nin AB’ne katılma çabalarında Yunanistan’ın veto hakkını kullanabilme olasılığını göz önünde tutmasını gerektirmektedir. Gerçektende, Yunanistan, Türkiye’nin AB’ne tam üyelik başvurularını ve tam üyeliğe geçiş aşamasında uyum projelerinde gereksinim duyduğu fonların serbest bırakılmasını engellemektedir. Ayrıca, uygulamakta olduğu vetolarını kaldırmak için özellikle Kıbrıs ve Ege Denizi’ne ilişkin sorunlarda Türkiye’den tavizler vermesini istemektedir.1996 Başındaki Kardak bunalımı sırasında Yunanistan ile Türkiye arasındaki gerginliğin ardından Yunanistan’ın AB’yi harekete geçirerek Konsey’den bunalımın çıkmasında sorumluluğun Türkiye’ye ait olduğu ve çözümünün de Lahey Adalet Divanı’na gidilmesi olduğuna ilişkin bir kararın çıkmasını sağlayabilmiş, Türkiye üzerinde baskı oluşturabilmiştir.[3]

Bir bütün olarak ele alındığında, Yunanistan’ın Türkiye’nin AB ile olan ilişkilerinde ön planda tutmuş olduğu çıkarlarını şu başlıklar altında toplamak mümkündür;

  • Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın tek temsilcisi olarak AB’ye tam üyeliğini sağlamak,
  • Kıbrıs’taki Türk askeri varlığını adadan uzaklaştırarak AB/NATO güvenlik şemsiyesi altında bir Kıbrıs oluşturarak fiili Enosis’i sağlamak,
  • AB mali fonlarından yararlanacak bir Türkiye’nin bölgede ekonomik, siyasi, askeri bir güç oluşturarak Yunanistan karşısında daha etkin bir konuma gelmesini engellemek,
  • Türkiye’ni uyum projelerini finanse edecek AB fonlarından eskisine oranla daha az pay alma olasılığının yanı sıra katkı oranı çerçevesinde Türkiye’nin  önerdiği uyum projelerini finanse edecek olması,
  • AB’ye tam üye olan Türkiye’nin ikili ilişkilerde Yunanistan karşısında avantajlı bir konuma ulaşacak olması ve Yunanistan’ın stratejik / taktik bir avantaj olarak elinde bulundurduğu veto yetkisinden artık yararlanamayacak olması,
  • AB’nin Ege Denizi’ne ilişkin sorunlarda Yunanistan’a vermiş olduğu desteğin yerini artık tarafsızlık ve dengeleme çabalarına bırakabileceği olasılığının bulunması.[4]

Bütün bu çıkarlar çerçevesinde, Yunanistan, AB’ne üyelik ve AB fonlarından yararlanma olanaklarını birer pazarlık unsuru olarak görürken diğer AB üyesi ülkelerin de örtülü desteğini almaktadır. Nitekim, AB’ne üyelik tartışmaları sürerken Türkiye’nin önüne çıkarılan en önemli engellerden biri Yunanistan’ın ikna edilmesi konusu olmaktadır.[5] Diğer yandan, AB ülkelerinin bu bahanenin arkasına sığınarak Türkiye’nin üyelik taleplerini değerlendirmekte oldukları da bir gerçektir. Dolayısıyla, AB içinde etkin konumdaki ülkelerin Türkiye’nin tam üyelik çabalarını desteklemeleri ve Türkiye’nin AB ilkelerine uygun bir yapılanmayı sağlaması durumunda Yunanistan faktörünün kolaylıkla aşılabileceği düşünülebilir.

Yunanistan, yapmış olduğu resmi açıklamalarda diplomatik bir yaklaşımla Türkiye’nin AB’ne tam üyeliğine karşı olmadıklarını ve hatta desteklemiş olduklarını dile getirmekle beraber, bunu gerçekleşebilirliği söz konusu olduğunda, Türkiye’nin yapısal özelliklerinin AB kriterlerine uygun olmadığını açıklayarak üyeliği bu kriterlere uygun gelişmelere bağlamaktadır.

Bununla birlikte, özellikle Öcalan bunalımı ile birlikte Yunanistan ile Türkiye arasında gerginlik kısa sürede bu iki ülke arasında bir ılımlı diyalog sürecini ortaya çıkarmıştır. Bu diyalog sürecinde uluslararası kamuoyunun, özellikle ABD baskısının rolü göz ardı edilemezken, esasta, Yunanistan’da ve Türkiye’de ulusal çıkarların iki ülke arasında işbirliği ve dayanışmada olduğuna inanan hükümetlerin bulunması etkili olmuştur.

Uyuşmazlıkların AB Yükümlülükleri Çerçevesinde Çözülmesi Olasılığı

Yunanistan’ın yapmış olduğu resmi nitelikli açıklamalarda diplomatik bir yaklaşımla Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olmadıklarını ve hatta desteklemiş olduklarını dile getirmekle beraber, bunun gerçekleşebilirliği söz konusu olduğunda ise, Türkiye’nin yapısal özelliklerinin AB kriterlerine uygun olmadığını ileri sürerek üyeliği bu kriterlere uygun gelişmelere bağlamaktadırlar. Gerçekten de, bu durum, 10-11 Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin aday ülkeler arasında yer almasına olanak sağlayan görüşmeler sırasında Yunanistan’ın vetosunun aşılıp aşılamayacağı kuşkularını arttırmış, vetonun aşılması ise, iki ülke görüşlerinin ortak bir zeminde buluşturulması ile sağlanabilmiştir. Zirve öncesi yapmış olduğu açıklamada Yunanistan Dışişleri Bakanı G. Papandreu; “Türkiye’nin adaylığını hemen herkes kabul ediyor, ancak Türkiye çok fazla istekli. Türkiye ile AB konusundaki diyalogumuz son aşamasına geldi. Helsinki’de sonuç ne olursa olsun karşılıklı dostane işbirliğini iki halkın yararına olacak şekilde devam ettirmeliyiz….

Türkiye AB konusunda gerekli standartları yerine getirmekle yükümlüdür… Şu ana kadar sorunlarımızı çözemedik. Ancak Türkiye’ye adaylık statüsü verilirse biz bunu hoş karşılayacağız. AB üyeliği Türkiye için hem şans hem de reform niteliğindedir. Helsinki’de olumlu sonuç alınmasını umuyorum. Türkiye aday olursa Kıbrıs ve Ege konularında Kopenhag kriterlerine uymak durumunda kalacaktır”[6] demiştir.  Türkiye Dışişleri Bakanı İ. Cem ise, zirve öncesi yapmış olduğu açıklamada, “AB, Türkiye’yi dışlayarak Ege’yi ikiye bölerse, Yunanistan ile Türkiye arasında potansiyel bir karşıtlık durumu yaratmış olur. AB karar verirken bunu öncelikle düşünmeli… Kimsenin fazladan bir yakınlık göstermesini beklemiyoruz. Diğer aday ülkelere uygulanan kriterler ne ise onların uygulanmasını istiyoruz. AB bunun kararını almış. Agenda 2000 belgesinde de yazmış. Biz bunları uygularız. Ama eğer AB Helsinki’de başkaları için yapmadığını sırf Türkiye aday oldu diye yapmak isterse, kuralda olamayan fazlalıkları sırf Türkiye geliyor diye ortaya koyarsa… İşte o zaman olmaz”[7]demiş ve Türkiye’nin kararlılığını dile getirmiştir.

Papandreu ve Cem’in yapmış olduğu bu açıklamalar, zirve öncesinde uzlaşma zemininin bulunabileceği ve Türkiye’nin adaylığının Yunanistan tarafından veto edilmeyeceğine ilişkin beklentileri  güçlendirmiştir. Nitekim, 10-11 Aralık tarihleri arasında yapılan görüşmelerde Türkiye’nin adaylığına ilişkin pazarlıklar içerisinde Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri ilgilendiren konularda pürüzler giderilmeye gayret edilmiş ve sonuçta Türkiye’nin aday ülkeler arasında yer almasına karar verilmiştir. Bu arada söz konusu kararda Türkiye ve Yunanistan arasındaki sorunların, Gündem 2000’de de yer aldığı şekliyle, 2004 yılına değin taraflar arasında yürütülecek görüşmelerle çözüme vardırılması gerektiği, çözüme ulaşılamadığı taktirde 2004 yılında konunun Avrupa Konseyi’nde yeniden gözden geçirilmesi kabul edilmiştir. Bu durum ise, farklı yorumlara yol açmıştır.[8] Yunanistan, söz konusu tarihi Türkiye ile olan sorunlarını Uluslararası Adalet Divanı’na götüreceği nihai tarih olarak gördüğünü açıklamıştır. Simitis yaptığı açıklamada, “Biz Türkiye’yle aramızdaki kıta sahanlığı sorununu çözmek istiyoruz. Gidişatta başka sorunların olmayacağını sanıyorum. Eğer yeni sorunlar olursa bunu da göz önüne alacağız. Önümüzde 2004’e kadar uzun bir zaman var. Biz bu tarihe kadar olumlu adımlar atılacağına inanıyoruz. Eğer sorunumuz o tarihe kadar çözülmezse, Lahey Adalet Divanı konusundaki kararı gündeme getireceğiz” demiştir.[9]

Dışişleri Bakanı Cem’in yapmış olduğu açıklamaya göre ise; “Metindeki 2004 tarihi, Lahey’e gitme tarihi değil, AB’nin konuyu tekrar gözden geçirme tarihidir. AB tarafından bu konuya resmen açıklık getirilmiştir… Müzakere yoluyla karşılıklı uyum yollarının tıkanması durumunda meselenin Uluslararası Adalet Divanı’na gidebileceğini biz zaten öteden beri söylüyoruz. Biz Yunanistan ile bir çok sorunların müzakere yoluyla çözümünden yanaydık. Metin, müzakere imkanı getiriyor.”[10]

AB’nin genişlemesine ilişkin kuralları düzenleyen ve 15 Temmuz 1997’de kabul edilen Gündem 2000 belgesinde uyum çalışmaları çerçevesinde dile getirilen sınır sorunlarına ilişkin hükümler, üyeliğe aday devletlerin mevcut sorunlarını üyeliklerinden önce çözmelerini gerektirmektedir. Söz konusu metine göre; “Genişleme sınır çatışmalarının (AB’ne) ithal edilmesi demek değildir. Genişleme anlaşmalarından beklenen devletler için güçlü bir dürtü olarak her türlü sınır çatışmalarını çözmekle ilgilenmektir. Mayıs 1994 ve Mart 1995 arasında Birlik tarafından gerçekleştirilen İstikrar Paktı da bu bakımdan etkilidir. Bugün düşük yoğunluktaki çeşitli sorunlar aday ülkeler arasında çözümlenmeyi beklemektedir.

Litvanya ve Latvia arasındaki deniz sınırlarına ilişkin sorun anlaşma aşamasında iken, Macaristan ve Slovakya arasında Danube Barajı üzerindeki ihtilaf Uluslararası Adalet Divanı’nın önündedir. Adaylığa başvuruda bulunan bazı ülkeler de üçüncü ülkelerle çözümlenmemiş sorunlara sahiptirler. Komisyon, uyumdan önce, başvuran ülkelerin kendi aralarında veya üçüncü ülkelerle olan her türlü önemli sınır sorunlarını çözmek için her türlü çabayı göstermesi gerektiğini düşünmektedir. Aksi taktirde taraflar anlaşmazlığın Uluslararası Adalet Divanı’na götürülmesinde anlaşmalıdırlar.

Herhangi bir olayda, tüm aday ülkeler,  bu nedenle, görüşme süreci tamamlanmadan önce, Macaristan ve Slovakya’nın daha önce belirtilen anlaşmazlıkta halihazırda yapmış oldukları gibi, mevcut veya gelecekteki bu nitelikteki herhangi bir sorunda Uluslararası Adalet Divanı’nın zorunlu yargı yetkisini önkoşulsuz olarak peşinen kabul ettiklerini karara bağlamalıdırlar”[11]

Bu çerçevede düşünüldüğünde, Gündem 2000,  Türkiye’ye AB’ne tam üye olabilmesi için öncelikle Yunanistan ile olan her türlü sorununu çözmesi veya çözümsüzlük durumunda da Uluslararası Adalet Divanı’nın yargı yetkisini tanıyarak davadan çıkabilecek sonucu önceden kabullenmesi yükümlülüğünü getirmektedir. AB’ne adaylık söz konusu olduğunda, Yunanistan ile ilgili olarak uyuşmazlıkların keskinleştiği konular ise, Ege Denizi’ne ilişkin uyuşmazlıklar, özellikle kıta sahanlığı sorunu, Kıbrıs’taki Türk askeri varlığının geri çekilmesi ve Kıbrıs’ın AB’ne tam üyeliğine karşı çıkılmamasıdır.G. Papandreu’nun 20 Ocak 2000’de Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret sırasında açıklamış olduğu şekliyle Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasından önce Kıbrıs’ın (Kıbrıs Rum Yönetimi’nin) AB’ye tam üyeliğinin gerçekleştirilmesi düşünülmektedir. Papandreu’ya göre; “Kıbrıs Rum kesiminin AB’ye üyeliğinin Türkiye için avantajlı olacaktır”“Kıbrıslı Türkler AB’de temsil edilecek. Türkçe resmi dil kabul edilecek. Türkiye AB’ye üye olmadan, AB, Türkiye fikrine alışmış olacak. Bu, Türkiye’yi AB’ye götürecek bir ara yol olacak”tır.[12] Türkiye, özünde Uluslararası Lahey Adalet Divanı’na gidilerek iki ülke arasındaki sorunları çözme yaklaşımına karşı çıkmadığını açıklamıştır. Türkiye’nin görüşüne göre, iki ülke Divan’a başvurmadan önce görüşme sürecini başlatmalı ve bu süreç içerisinde, iki ülke arasındaki sorunların varlığını saptamalı ve daha sonra hangi sorunların Divan’a götürüleceğine karar vermelidirler. Gerçekte, Yunanistan, Türkiye ile arasındaki sorunun sadece Ege Denizi kıta sahanlığının belirlenmesi olduğunu ve Divan’a götürülecek sorununun da kıta sahanlığı sorunu olduğunu dile getirmektedir. Türkiye ise, Ege Denizi’ndeki iki ülke arasındaki tek sorunun kıta sahanlığı olmadığını, karasularının genişletilmesi, FIR sorumluluk bölgeleri, adaların silahlandırılması, statüsü belirlenmemiş ada ve kayalıkların durumu vb. konularda iki ülke arasında görüş ayrılıklarının bulunduğunu ileri sürmektedir.

Bir başka açıdan ele alındığında ise, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlığın öngörülen süre içerisinde çözüme kavuşturulup kavuşturulamayacağı, tarafların Lahey Adalet Divanı’na başvuru konusundaki tutumları AB’nin oluşturmaya çalıştığı Ortak Savunma ve Dış Politika’nın da geleceğini, işlerliğini yakından ilgilendirmektedir. Kardak bunalımı sırasında Avrupa Birliği Parlamentosu’nun almış olduğu Yunanistan’ı gözeten kararı ile Türk – Yunan uyuşmazlığı konusundaki tutumunu sürdüreceğinin işaretini vermiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, AB, Türk – Yunan uyuşmazlığında doğrudan taraf olarak davranmaya başlamış bulunmaktadır. Bu da Yunanistan’ın AB sürecinde ağırlığını koruduğunu göstermekte ve AB’nin benzer yaklaşımını sürdürebileceği kuşkusunu arttırmaktadır.[13]

KEİÖ ve Türk – Yunan İlişkileri

Karadeniz’de bölge ülkeleri arasında ekonomik, kültürel, ticari ve siyasi işbirliğini sağlayacak ve bölge ülkelerinin uluslararası sisteme entegrasyonunu kolaylaştıracak bir girişim olarak düşünülen Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü kurulurken bu örgütün AB gibi bölgesel ve çok uluslu entegrasyonlara bir alternatif olmadığı, aksine, bu entegrasyonların işlevselliğine katkıda bulunacak bir örgütlenme olduğu düşüncesi hakim kılınmıştır. Dolayısıyla Karadeniz’e kıyısı bulunmamakla birlikte, Yunanistan’ın bu örgütlenme içerisinde yer almasında bir sakınca görülmemiştir. Bu durum, Türkiye ve Yunanistan arasındaki pek çok uyuşmazlık dikkate alındığında, bir tür çelişki olarak değerlendirilmiştir.

Yunanistan’ın Karadeniz bölgesine olan duyarlılığı ekonomik, siyasi ve güvenlik boyutlarıyla değerlendirilebilecek niteliktedir. Azerbaycan ve Kazakistan petrollerinin Türk Boğazları yoluyla taşınmasının gerçekleşmeyeceği anlaşılmasıyla Bakü/Ceyhan Petrol boru hattı projesine alternatif olarak Rusya, Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Akdeniz’e ulaştırılmasına ilişkin projelendirme çalışmaları yapılmıştır. Bu proje çerçevesinde Yunanistan’ın Bulgaristan, Rusya ve Ermenistan ile olan ilişkilerini güçlendirmek istemesi, doğaldır ki, Türkiye’nin desteklemiş olduğu Bakü/Ceyhan projesine ilişkin rekabet ortamı yaratmıştır. Bu durumda Türkiye ve Yunanistan’ın bölgedeki çıkarlarının çatıştığı görülmektedir. Diğer yandan, Yunanistan, Ermenistan, Gürcistan ve diğer Orta Asya ülkeleri ile olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerini güçlendirerek bölgesel etkinliğini arttırma çabası içerisine girmiştir.[14] Özellikle Rusya, Ermenistan ve Gürcistan ile kurmuş olduğu ilişkiler çerçevesinde Türkiye’nin kuzey ve doğusunun Yunanistan ile çıkar birlikteliği içinde olan ülkelerce çevrelenmiş olması Türkiye’nin bu işbirliğini dikkatle izlemesine neden olmuştur. [15]

Yunanistan’ın Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne[16] katılmasını bu ülkenin Kafkaslar ve Ortaasya’da yaşamakta olan Yunan asıllılar ile ilişkilerini güçlendirme politikası çerçevesinde de değerlendirmek mümkündür. Nitekim, 1996 yılında Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Genel Sekreteri Alexanderos Philon tarafından yazılan bir makalede şu görüşlere yer verilmektedir; “Yunanistan’ın Kafkaslar ve Ortaasya bölgesindeki dış politikasına ilişkin tüm yaklaşımları içerisinde yaklaşık yarım milyonu Yunan kökenli halkın varlığı önemli bir yer tutmaktadır. Bunların önemli bir bölümü Karadeniz bölgesinde ve Rus Kafkaslarının güney bölümünde yaşamaktadırlar. 125.000’den fazla Yunan kökenli insan doğu ve güney Ukrayna’da  Maripul ve Donetsk bölgelerinde, tarihi Odessa kenti ve Kırım yarımadası’nda olduğu kadar Azak Denizi çevresinde yaşarken, 120.000’den fazla Yunan kökenli ve Krasnodar Yönetim Bölgelerinde, özellikle Anapa, Vody, Vladikavkaz (Kuzey Osetya’da), Machachkala (Dağıstan) vb ve Stavropol’un köy ve  şehirlerinde yaşamaktadır.

Bunlara ek olarak, çok sayıda Yunan kökenli Pontus halkı (80.000 civarında) Gürcistan’da (Tiflis, Rustavi, Kutaisi ve Tsalka köylerinin dağlarında) ve komşu Ermenistan’da (5.000 Erivan, Allahverdi vd) yaşamaktadır.

Ortaasya’da ise Yunan kökenlilerin önemli bir bölümü Kazakistan’da (40.000 kişi Almaty’da), Özbekistan’da (yaklaşık 5000 kişi Taşkent’te) ve daha az oranda Kırgızistan’da (600 kişi Bişkek’te) yaşamaktadır.

Yunanistan için temel  dış politika önceliği, bu insanların ilgili ülkelerle aramızdaki daimi bir dostluk ve işbirliği bağı olarak etkin bir rol üstlenmeleri için onların varlığını korumak ve anavatanla olan ekonomik, dilsel ve kültürel bağlarını daha fazla geliştirmektir.“[17]

Dolayısıyla, Yunanistan’ın KEİÖ çerçevesinde yürütmekte olduğu girişimlerinin bu ülkenin Türkiye ile olan ilişkilerinde bir tür lobi faaliyetine dönüşüp dönüşmeyeceği olasılığı göz önünde bulundurulmak zorundadır. Bu bakımdan Türkiye ve Yunanistan  arasında çatışmacı ilişkiler sürdüğü taktirde KEİB bu ülkelerin mücadele ve üstünlük arayışlarına sahne olabilecek bir yapısal nitelik taşımaktadır.



[1] Taki Berberakis, “Atina, Ege İnadından Vazgeçti”, Milliyet, 22 Mayıs 2000, s. 21.

[2] M. Ali Birand, Türkiye’nin Avrupa… ss. 458-459.

ss. 494-495. Ayrıca; “Meda Financial Regulation: Declarations to Be Entered in the Minutes of the Council”,  http://mfa.gr/foreign/bilateral/declaration.htm, B. Tarihi: 02/ 11 / 1999; “Europen Parliament Adopted by a vote of 342 for, 21 against, 11 abstentions on February 15, 1996 on the provocative actions and contestation of sovereign rights by Turkey against a Member State of the Union”,  http://mfa.gr/foreign/bilateral/europe.htm, B. Tarihi: 02/ 11 / 1999.

[5] Bununla birlikte, Yunanistan’ın Türkiye’nin AB’ye tam üyelik sürecinde oluşturduğu engellerin sadece bu iki ülke arasındaki ilişkileri değil aynı zamanda a bir bütün olarak Batı ittifak sistemini önemli ölçüde sarsmakta olduğuna ilişkin değerlendirmeler de yapılmaktadır. Örneğin, Larrabee’ye göre “Türkiye daha geniş Balkan denkleminde önemli bir etmen. Yunanistan’da Türkiye için işler ne denli kötüyse, Yunanistan için o denli iyidir görüşünü sık sık duymak mümkün. Ben bu düşüncenin baştan aşağı yanlış olduğunu düşünüyorum. Eğer Türkiye’de işler kötü giderse, Yunanistan da dahil, tüm Balkanlar bundan olumsuz etkilenir. Daha istikrarsız bir Türkiye hem Batı hem de Yunanistan için sorun yaratır ve Ege’deki süregiden karşılıklı ihtilafların çözümünü kolaylaştırmaz, aksine zorlaştırır.Aynı şey Kıbrıs için de geçerli. Karşısında batı’ya sıkıca demir atmış Avrupalılaşmış bir Türkiye olursa Yunanistan’ın durumu çok daha iyi olur. Yunan bakış açısından böyle bir Türkiye hala sorun yaratsa da, istikrarsız, son derece milliyetçi veya güçlü biçimde İslami bir Türkiye’den çok daha az sorun yaratacaktır.” Stephan F. Larrabee, “Yunanistan ve Balkanlar: Politika Önerileri”, Yunan Paradoksu, Der. Graham T. Allison – Kalipso Nikolaydis, İstanbul: Doğan Kitap, 1999, s.137.

[6] Murat İlem, “Adaylığı Olumlu Karşılarız”, Cumhuriyet, 8 Aralık 1999, s. 9.

[7] “Cem: AB’ye Muhtaç Değiliz”, Cumhuriyet, 9 Aralık 1999, s. 9.

[8] “Lipponen’in Ecevit’e Tarihi Mektubu”, Hürriyet, 12 Aralık 1999, s. 22.

[9] Murat İlem, “Yunanistan Başbakanı, Barışta Kararlı”, Cumhuriyet, 15 Aralık 1999, s. 9.

[10] “Ankara: Geri Adım Atmayız”, Cumhuriyet, 12 Aralık 1999, s. 11.

AB dönem başkanı Finlandiya Başbakanı Paavo Lipponen’in Başbakan Ecevit’e göndermiş olduğu mektupta, “4. paragrafta 2004 tarihi, Uluslararası Lahey Adalet Divanı nezdinde anlaşmazlıkların çözüleceği son tarih değil, Avrupa Konseyi’nin durumu yeniden gözden geçireceği tarihtir.

Kıbrıs’a gelince, politik bir çözüm Avrupa Birliği’nin amacıdır. Kıbrıs’ın üyeliğe kabulüne gelince Konsey karar alırken tüm ilgili faktörler göz önüne alınacaktır” denilmektedir. “Lipponen’in Ecevit’e Tarihi Mektubu”, Hürriyet, 12 Aralık 1999, s. 22.

“Border Disputes”, http://europa.eu.int/comm/enlargement/agenda2000/strong/22.htm B. Tarihi: 4 Aralık 1999

[12] “Papandreu: Tabuları Yıkalım”, Cumhuriyet, 22 Ocak 2000, s. 9.

[13] Bu konuda bkz; Seyfi Taşhan, “A Turkish Perspective on Europe-Turkey Relations on the Eve of the IGC”, Foreign Policy, Vol:XX N: 1-2 1996, ss.64-65.; Oya Akgönenç, “E.U. Policies and Turkey’s Security Concerns in the Eastern Mediterranean Region”, Foreign Policy, Vol: XXII, N. 12,

[14] 1993 yılında Ermenistan ve Azerbaycan’da, 1995 yılında da Gürcistan’da büyükelçilik kuran Yunanistan, bu ülkelerdeki ekonomik, ticari, siyasi ve kültürel etkinliklerini arttırmaya başlamıştır. Bu bağlamda, 1995 yılından itibaren bu politikalarını “ekonomik diplomasi” olarak adlandırarak Yunan Dış Politikası’nda yeni düzenlemeler yapmış, diplomatik misyonlarının bulundukları ülkelerde Yunan işadamları ve yatırımcılarına destek olmaları sağlanmaya çalışılmıştır. Yunan Dışişleri Bakanlığı bünyesinde İkili Ekonomik İşbirliği Koordinasyon Bürosu oluşturulmuş; büro, ekonomik önceliklerin yoğunlaştığı alanları enerji, telekomünikasyon, taşımacılık, altyapı /inşaat ve gemicilik olarak belirlemiştir. Bu tarihten sonra Yunanistan’ın Karadeniz bölgesi ve Orta Asya ülkelerindeki ilişkilerinin hızla arttığı ve Yunan işadamlarının bu ülkelerde ortak yatırımlarını hızlandırdığı görülmüştür. Yunanistan’ın, Ermenistan’a bu bağlamda yapmış olduğu insani yardımlar ve Karadeniz Fiber Optik Kablo Sistemi’ne ilişkin yatırımları dikkat çekicidir.

[15] Bu konuda bkz; Alan Makovsky, “The New Activism in Turkish Foreign Policy” SAIS Review, Winter-Spring 1999, s.107.

[16] Örgütün merkezi İstanbul’da ve bankası ise Selanik’te bulunmaktadır.

[17] Alexandros Philon, “Greek Foreign Policy Perspectives in the Caucasus, Black Sea and Central Asia”, Thesis, Spring 1997, Vol. I, Issue, 1, Hellenic Ministery of Foreign Affairs, Athens.