NATO Komuta Kontrol Sorunları

Ege Denizi’nde, Türkiye ve Yunanistan arasında sürmekte olan mücadele, bu ülkelerin NATO çerçevesindeki ilişkilerine de yansımakta ve bazı sorunlara neden olmaktadır. 1952 yılında, NATO savunma sistemine katılan Türkiye ve Yunanistan’ın aynı kanatta yer almaları, savunma planları ve askeri sorumluluklar açısından, iki ülke arasında kimi dengelemelerin yapılmasını gerektirmiş;


NATO ittifakının güneydoğu kanadını oluşturacak olan bu iki ülke silahlı kuvvetlerinin, sorumluluk  sınırlarının belirlenmesi, NATO’ya tahsis edilecek kuvvetlerin bağlanacağı komutanlıkların saptanması önemli uğraşlar gerektirmiş, sonuçta, yapılan düzenlemelerle Türkiye ve Yunanistan’ın NATO’ya tahsis etmiş oldukları kuvvetlerden kara ve hava kuvvetleri SACEUR Yüksek Kumandanlığı’na verilmiş ve bunların Güney Avrupa Harekat Sahası Başkumandanlığı’na tabi olmaları kabul edilmiştir. Deniz kuvvetleri ise geçici bir dönem için, “şimdilik” kaydıyla, kendi genelkurmay başkanlıklarının emri altında bırakılmışlardır.

1957 yılında yapılan bir düzenleme sonucunda, Ege Denizi’ndeki deniz kuvvetlerinin kontrolü Yunanistan’a bırakılmış, Türkiye’nin ulusal karasuları dışında kalan bölgelerde Yunanistan’ın komuta kontrol sorumluluğu kabul edilmiştir. Buna karşın, Türkiye’nin sorumluluk bölgesi olarak da Boğazlar, Karadeniz ve Akdeniz belirlenmiştir. Süreç içerisinde yapılan çeşitli düzenlemelerle, daha önce Ege Denizi’nin ortasından geçmekte olan hava savunma sorumluluk alanları, giderek, Türk karasuları sınırına kadar kaydırılmıştır.

1974 Kıbrıs olayları, bir yandan Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkileri sarsarken, diğer yandan da, Yunanistan’ın NATO askeri kanadından kopması, NATO savunma sisteminin güneydoğu kanadında önemli bir çatlak ortaya çıkarmıştır. Bunun sonucunda, NATO güneydoğu kanadında sorumluluklar yeniden düzenlenmiş ve İzmir’deki COMLANDSOUTHEAST-Güneydoğu Avrupa Müttefik Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve COMSIXATAF-Altıncı Müttefik Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Türk komutanlarının denetimi altına girmiş ve adı geçen karargahlar Türk-NATO karargahlarına dönüşmüştür.

Karamanlis yönetiminin, Yunanistan’ı NATO askeri kanadından ayırmasının belirgin iki nedene dayandığı söylenebilir; bunlardan birincisi, 1967’den 1974 yılına kadar iktidarı elinde tutan askeri cuntanın ABD ve NATO tarafından dolaylı da olsa desteklendiği ya da en azından hoşgörü ile karşılanmış olduğu gerçeği, Yunan kamuoyunda ABD ve NATO karşıtı bir tepkinin yaygınlaşmasına neden olmuş ve 1974 yılında, Kıbrıs’taki olaylardan askeri cunta kadar ABD ve NATO da sorumlu tutulmuştur. Yunanistan’da demokrasinin yeniden kurulmasından sonra, ABD ve NATO karşıtı tepkiler bir politikaya dönüşmüş ve iktidarın bu görüşleri dikkate alarak NATO’dan çekilmesi gündeme gelmiştir. Bu bağlamda sıralanacak ikinci etken ise, Kıbrıs sorunu ve Ege’deki gerginliklerden sonra Türkiye ve Yunanistan arasında bir savaş olabileceğine ilişkin kuşkular, Yunanistan’ın silahlı kuvvetlerini NATO çerçevesinden kurtararak ulusal kuvvetlere dönüştürmesini gerektirmiş, denetim altına alınan silahlı kuvvetler, “Türk tehditi” karşısında ulusal bütünlüğün korunmasında olumsuz imajlardan arındırılmaya çalışılmıştır.

Yunanistan’ın NATO ittifakının askeri kanadından ayrılması 1977 yılından itibaren yoğun olarak eleştirilmeye başlanmış; Yunanistan, yeniden NATO askeri kanadına dönüş yolları aramaya başlamıştır. Özellikle, Türkiye ve Yunanistan arasında Ege Denizi’ne ve Kıbrıs’a ilişkin uzlaşmazlık sürerken ABD’nin uygulamakta olduğu silah ambargosunun Türk-Yunan güç dengesini pek fazla değiştirmemiş olduğu anlaşılınca ve askeri kanattan ayrılma dış politikada umulan yararı sağlamakta yetersiz kalınca, Yunanistan, bu kez, 1974 öncesi koşullar altında ittifakın askeri kanadına dönmenin yollarını aramaya başlamıştır.

1977 seçimleri sonunda Karamanlis Hükümeti’nin yeniden iktidara gelmesiyle, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüş çabaları belirgin bir hız kazanmıştır. Bir yandan NATO’ya üye olan Türkiye’nin, Yunanistan karşısında elde etmiş olduğu stratejik avantajların etkisini azaltmak, diğer yandan, Yunanistan’ın AET’e (AB) katılmasını kolaylaştıracak olan Avrupa ile askeri yönden de bütünleşme çabalarını sonuçlandırmak isteği, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüş isteklerinde belirgin rol oynamıştır. Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmek için Larissa’da yeni bir kara kuvvetleri karargahı ile hava kuvvetleri karargahı kurulmasını ve bunların yönetiminin Yunan komutanlarına bırakılmasını istemiş ve 1974 öncesi harekat komuta kontrol sorumluluklarının aynen korunması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak, Yunan istekleri NATO üyesi ülkeler tarafından olumlu karşılanırken, Türkiye, bunlara tepki göstermiştir.[1]

Türkiye, ilke olarak,  Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesine karşı olmadığını açıklamış, ancak, bu dönüşün 1974 öncesi statüye göre olmasına karşı çıkmıştır.[2] Yapılan görüşmelerde Türkiye’nin en fazla ısrarlı olduğu nokta, Ege Denizi’ndeki operasyonel sorumluluk bölgelerinin yeniden belirlenmesi konusu olmuştur.[3]

Rogers Planı ve Yunanistan’ın NATO Askeri Kanadına Dönüşü

Türkiye’nin kararlı karşı çıkışları sonucunda, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşü 1980 Eylülüne değin sürdürülen görüşmelerde sonuca bağlanamamıştır. Türkiye’deki 12 Eylül askeri darbesi sonucunda iktidara Ordunun el koyması, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönmesi için gereken “olumlu”[4] ortamı sağlamıştır. Önceden NATO Başkomutanı A. Haig aracılığı ile yürütülen Yunanistan’ın askeri kanada dönüş çabaları, 1979’da göreve gelen B. Rogers tarafından sürdürülmüş ve bu çabalar, Türkiye’de ordunun iktidara el koymasından sonra ses getirmeye başlamıştır. İhtilalden bir ay sonra, Yunanistan’ın askeri kanada dönüşü için gerekli görüş birliği sağlanmış ve Türkiye, bu konudaki vetosunu kaldırarak Yunanistan’ın dönüşünü kabullenmiştir.

Rogers Planı olarak adlandırılan bir plan çerçevesinde Yunanistan’ın askeri kanada dönüşü gerçekleşirken, kısa bir süre sonra, bu dönüşün, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık noktalarını bütünüyle gidermemiş olduğu ortaya çıkmıştır. Öncelikle, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına koşulsuz olarak dönebilmesini, daha sonra, iki ülke arasındaki uzlaşmazlık  noktalarının giderilmesini amaçlayarak hazırlanmış olan Rogers Anlaşması, uygulanmadığı takdirde taraflara herhangi bir yaptırım getirmediği ve sadece “asker sözü”ne dayanılarak imzalandığı için, Yunanistan’da PASOK iktidarı ile başlayan yeni süreçte bu anlaşma uygulanmamış ve Yunanistan, NATO askeri kanadına dönüşünü “Türkiye’ye karşı kazanılmış bir diplomatik zafer” olarak değerlendirmiştir.[5]

Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşü sonrasında “Rogers Anlaşması”nda öngörülen düzenlemelerin yapılmaması (Larissa’da kara ve hava karargahlarının kurulmaması gibi), Türkiye’de hayal kırıklığına neden olmuştur. Yunanistan’da PASOK’un iktidara gelmesiyle başlayan süreç, Türk – Yunan ilişkilerinin gerginleşmesine neden olan bir gelişimi de beraberinde getirmiştir. Özellikle, yapılan seçimler öncesinde Papandreou liderliğindeki PASOK’un ABD ve NATO karşıtı bir çizgi izleyeceğinin belli olması ve daha sonraki dönemde de, Papandreu’nun, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşünü, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askerlerini geri çekmemesi karşısında verdikleri bir “taviz” olarak nitelemiş olması ve daha fazla “taviz” vermeyeceklerini açıklaması, ilişkileri gerginleştirirken, aynı zamanda, Türkiye’nin NATO çerçevesindeki ilişkilerini de sarsmaya başlamış ve genelde NATO ve ABD karşısında duyulan bir güvensizliğe dönüşmüştür. Yunanistan’da Papandreu’nun iktidara gelmesinden sonra yapılan ilk NATO Savunma Planlama Komitesi Toplantısında Papandreu, Yunanistan’ın ittifakın öngörmüş olduğu kuvvet yükümlülüğünü yerine getireceğini ancak, bunun gerçekleşebilmesi için, Yunanistan’ın ülkesel sınırlarının Türkiye’den kaynaklanan saldırgan eylemlere karşı garanti altına alınması gerektiğini ileri sürmüştür.[6]

NATO’nun, Yunanistan’ın isteğine karşı çıkması, ilerleyen dönemlerde ittifak sistemi içerisinde önemli sorunlara yol açmıştır. Özellikle, Yunanistan’ın Limni’deki kuvvetlerini NATO savunma planlarına katma girişimleri Türkiye’nin karşı çıkışları ile sekteye uğrayınca, Yunanistan, ittifak çerçevesinde yürütülen alt yapı yatırımlarına engel oluşturmuş, Ege Denizi’nde yapılması planlanan ortak deniz ve hava tatbikatlarına katılmama kararı almış ve Türkiye’nin ittifakla ilişkilerinde veto hakkını kullanarak engel çıkarmıştır. Bu güçlükler özellikle NATO savunma planları çerçevesinde Türkiye’ye yapılacak olan askeri ve ekonomik yardımlar konusunda, Türkiye’deki re-modernizasyon çalışmalarında, alt yapı yatırımlarında ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunların yanı sıra, Türk – Yunan ilişkilerinin 1988 Davos Zirvesinden sonra oturduğu yeni çizgi, iki ülke arasında NATO’ya ilişkin sorunlarda bazı esneklikler getirilmesini zorunlu kılmış ve bunun sonucunda, 27 Mayıs 1988 tarihinde Türk Dışişleri Bakanı (M. Yılmaz) ve Yunan Dışişleri Bakanı (K. Papulias) arasında imzalanan bir ilke anlaşması ile, iki ülke, NATO’da karşılıklı olarak uyguladıkları vetolarını kısmen geri çekmiş; Türkiye ve Yunanistan, NATO alt yapı yatırımları ile ilgili  olarak hazırlanan projenin 35. ve 38. maddelerinde birbirlerine karşılıklı olarak koymuş oldukları vetoların kaldırılmasına karar vermişlerdir. Buna göre, Türkiye, Yunanistan’ın Skiros Adasında yapılması düşünülen mayın depoları ve liman tesislerine ilişkin vetosunu geri çekerken, Yunanistan da, Çanakkale’de kurulması planlanan elektronik denizaltı dinleme tesisleri üzerinde uygulamakta olduğu vetoyu kaldırmıştır.[7]

1990 ve sonrasında, uluslararası sistemdeki yeni gelişmelerin bölgesel düzeydeki etkileri dikkate alındığında, Türkiye ve Yunanistan arasındaki uyuşmazlık konuları üzerinde süren gerginliğin giderek daha fazla dikkat çekmekte olduğu söylenebilir. Özellikle, Ortadoğu’daki gelişmeler ve Balkanlarda ortaya çıkan ulusçu ayaklanmalar, Türkiye ve Yunanistan’ın bölgedeki güç dengesi üzerinde oynayabilecekleri rolleri yeniden tartışma konusu yapmaktadır. Batı savunması ve genel çıkarları güneydoğu kanadını oluşturan Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginliğin bir an önce giderilmesini zorunlu kılmaktadır. Buna karşın, hem Yunanistan hem de Türkiye, ulusal çıkarlarını ittifak çıkarlarından önde tutma kaygısı ile ulusal yaklaşımlarında ısrarlı davranmakta, çözümsüzlüğün sürmesinde karşı tarafı suçlamaktadır.[8]

Diğer yandan, 1990’ların ikinci yarısından itibaren Balkanlarda yaşanan soykırımlara koşut olarak istikrarsızlığın tüm bölgeye yayılma tehditi göstermesi gerek NATO üyesi ülkelerin Balkanlara müdahalede ortak tavır almalarını gerektirmiş, ancak bu kararın alınması ve uygulanması sırasında pek çok sorunla karşılaşılmıştır. Özellikle Yugoslavya ve Kosova olaylarında acil insani müdahalenin söz konusu olduğu durumlarda ittifak içi dengeleri koruyabilmek güçleşmiştir. Özellikle Türkiye’nin Balkanlardaki soykırımdan zarar gören insanlarla olan tarihi ve kültürel bağları Yunanistan’da Türkiye’nin duyarlılığının kuşkuyla karşılanmasına yol açmıştır. Türkiye’nin Balkanlarda etkinlik arayışında olduğunu ileri süren Yunanistan NATO çerçevesinde yürütülen harekatlara katılacak olan Türk savaş uçaklarının Yunan hava sahasını kullanmasına izin vermemiştir.

Bununla birlikte, NATO’nun yeni komuta yapılanmasına koşut olarak  1999 Eylül / Ekim ayları içerisinde Yunanistan’ın Larissa kentinde oluşturulan NATO Güney Avrupa Merkez Müşterek Alt Bölge Komutanlığı’nın faaliyete geçmesine karar verilirken, Komutanlığını bir Yunan korgenerali, komutan yardımcılığını ABD’li bir tümgeneral, Kurmay Başkanlığı’nı da bir Türk  tümgenerali (Tümgeneral Metin Yavuz Yalçın), üstlenmiştir. Larissa’daki NATO karargahının bir eşi olarak düşünülen İzmir’deki Güneydoğu Avrupa Müşterek Alt Bölge Komutanlığı’nda ise, 1 Eylül 1999 tarihinden itibaren komutanlığını bir Türk Orgenerali (Orgeneral Tamer Akbaş), komutan yardımcılığını ABD’li bir tümgeneral (Tümgeneral Zannie O. Smith ve Kurmay Başkanlığı’nı ise Yunan Tümgeneralin (Tümgeneral Georgios Maniudakis) üstlenmiştir.[9]

Türk – Yunan ilişkilerindeki ılımlı yakınlaşmanın bu ülkelerin Ege Denizi’ndeki NATO yükümlülükleri çerçevesindeki ilişkilerine de olumlu yansımış olduğu görülmektedir. Yunanistan  Ege Denizi’nde güven arttırıcı önlemlere ilişkin öneriler arasında yer alan ulusal tatbikatların sayısının azaltılması ve askeri işbirliği yapılmasına ilişkin önerilere çekimser yaklaşırken bu tür girişimlerin NATO yükümlülükleri kapsamında ele alınmasını önermiş ve daha önce NATO’nun bölgesel tatbikatlarına katılmazken, bu kez, bu tatbikata ev sahibi ülke olarak katılmıştır. 20 Mayıs – 10 Haziran 2000 tarihleri arasında yapılan Dynamic Mix – 2000 tatbikatları çerçevesinde Türk savaş uçakları Yunanistan’daki Nea Ankhialos’daki üssünü kullanarak buradaki tatbikatlarda görev yapmış, Deniz Kuvvetlerine bağlı gemiler de Yunanistan’ın Kyparissa bölgesindeki amfibi harekatına katılmışlardır.[10]



[1] Bu konudaki tartışmalar için bkz; Richard Haass, “Managing NATO’s Weakest Flank: The United States, Greece and Turkey,” ORBIS, Fall 1986, ss. 457-473; Richard Haass, “Alliance Problems in the Eastern Mediterranean-Greece, Turkey and Cyprus: Part I,” Prospects for Security in the Mediterranean, London: IISS Adelphi Paper Series, 1988, ss. 61-71; Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, İstanbul: Tekin Yay. 1985; A. Wilson, The Aegean Dispute…,

[2] Bkz; U. Güldemir, Kanat.., s. 103.

[3] U. Güldemir, Kanat…, s. 104.

[4]12 Eylülden kısa bir süre önce Yunan basınında çıkan haberlerde Türkiye’de siyasilerin karşı çıkmalarına rağmen Silahlı  Kuvvetlerin, aksine, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına acilen geri dönmesine daha sıcak baktığı yorumları yer almış; darbeyle birlikte, Yunanistan basını, “Yunanistan NATO’da” başlıklarıyla çıkmıştır. Bkz; U. Güldemir, Kanat…, ss. 75-76.

[5] Ancak, Yunanistan’ın NATO’ya dönüşü konusunda basında yoğun bir tartışma yaşanmıştır: “Parlamento, NATO Konusunda Yine Oldu Bitti Karşısında”, Elefterotipia, 22 Ekim 1980; “Tehlikeli Rejime Geri Dönüyoruz”, Elefterotipia, 22 Ekim 1980; “En Kötü Çözüm”, Kathimerini, 22 Ekim 1980; “NATO’ya Hangi Koşullarda Geri Dönmeliydik”, Akropolis, 22 Ekim 1980; “Neden NATO’dan Çıktığımızı İzah Etsinler”, Elefterotipia, 22 Ekim 1980; “Dönüş ile İlgili Tehlikeler”, Rizospatris, 22 Ekim 1980; “Var Olabilmek İçin”, Kathimerini, 22 Ekim 1980.

[6] R. McDonald, “Alliance Problems in the Eastern Mediterranean-Greece, Turkey and Cyprus, Part II,” Prospects for Security in the Mediterranean, London: IISS Adelphi Paper Series, 1988, s. 77; ayrıca bkz, Cumhuriyet, 9-13 Aralık 1981.

[7] BYE, 27 Mayıs 1988.

[8] Uluslararası siyasal sistemdeki denge değişiklikleri, iki ülkede de dış politika stratejilerinin gözden geçirilmesi gereğini ortaya çıkarmış, hükümetlerin ulusal çıkarlar ile ittifak çıkarları arasında belirgin bir denge kurabilmelerini güçleştirmiştir. Körfez bunalımı ve  Bosna – Hersek, Makedonya  ve Kosova sorunlarında sırasında bu durum daha belirginleşmiştir.

[10] Türk savaş uçaklarının Nea Ankhilaos üssüne inişlerine ilişkin olarak Yunanistan’da yapılan değerlendirmelerde, Türk uçaklarının Ege üzerindeki uçuşlarında Yunan tarafına uçuş planlarını vermiş olduklarına dikkat çekilerek, daha sonraki uçuşlarda da Türk tarafının uçuş planlarını vermeyi sürdürmesinin arzulandığı dile getirilmiştir. Oysa, yapılan bir ortak tatbikata katılımdır, Türkiye’nin Ege üzerindeki askeri uçuşlarda Yunanistan’a uçuş planı vermeme politikasında herhangi bir değişikliğin olmadığı görülmektedir. Bu durum iki ülke basınında da geniş yankı bulmuştur. Serkan Demirtaş, “Askerler Barış İçin El Ele Verdi”, Cumhuriyet, 6 Nisan 2000, s. 9.; Murat İlem, “Askerler Ege’de Barışta Kararlı”, Cumhuriyet, 12 Mayıs 2000, s. 8; Utku Çakırözen, “Yunanistan’ı Türk Ordusu Savunacak”, Milliyet, 18 Mayıs 2000, s. 21; Utku Çakırözen, “Savaşan Şahinler Barış Elçisi”, Milliyet, 20 Mayıs 2000, s. 12; Nur Batur, “Hayal Bile Edilemezdi”, Hürriyet, 21 Mayıs 2000, s. 30.