Ayşe Küçük, Türk[iye]-Yunan[istan] ve Türk[iye]-Ermeni[stan] İlişkilerinde Algı, Söylem, Siyasa, Ankara: Otorite Yay., 2023.
SUNUŞ
Ayşe Küçük,
Fuat Aksu
Bulunduğu coğrafyada kadim devletlerden biri olan Türkiye’nin çağdaş ulus devlete dönüşme süreci oldukça sancılı gerçekleşmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaştıran Sevr Antlaşması’nın kurgusu içerisinde İmparatorluğun egemenliğinin sınırlandırılmasının yanı sıra topraklarında bağımsız yeni devletlerin yaratılması da amaçlanmıştır. Ermenistan ve Kürdistan bunlardan ikisidir. Ayrıca büyük ölçüde Orta Anadolu’ya sıkıştırılmış Osmanlı Devleti’nin Batı ve Güneyi Yunanistan, İtalya, Fransa, İngiltere arasında paylaşılmıştır. Bu paylaşım Anadolu’nun güneyi ve Arap coğrafyasında manda rejimlerinin kurulması şeklinde Milletler Cemiyeti’nin de kontrolüne tabi kılınmıştır.
30 Ekim 1918 Mondros Ateşkes Anlaşması’nın ardından gerçekleşen işgal süreci, emperyalist işgalci devletlere karşı başlatılan bir Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı ortaya çıkartmıştır. 22 Temmuz 1920’e Şurayı Saltanat’ın toplanarak Sevr Antlaşması’nın imzalanmasını kabul etmesinin ardından söz konusu barış antlaşması 10 Ağustos 1920’de imzalanmıştır. Ancak dayatılan bu antlaşma 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından tanınmamıştır. Emperyalist işgalcilere karşı girişilen çok cepheli askeri-siyasi mücadelenin her evresinde Büyük Millet Meclisi içeride ve dışarıda Osmanlı Devleti’nin tek temsilcisi olduğu iddiasını muhataplarına kabul ettirmeye çalışmıştır. Çetin geçen bir sürecin ardından Birinci Dünya Savaşı’nı Türkiye açısından sonlandıran ise TBMM Hükümeti Temsilcileri tarafından imzalanan Lozan Barış Antlaşması olmuştur. Böylece imparatorluklar dönemi ortadan kalkarken Misakı Milli sınırları içerisinde bağımsız bir ulus devlet yaratılmıştır.
29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilanı ile birlikte bireyin yurttaş kimliğini kazandığı genç devlette ulusal sınırların korunması ve barışın, istikrarın, refah ve gönencin, kalkınma ve çağdaşlaşmanın temel hedef haline getirildiği bir döneme girilmiştir. İçeride cumhuriyet rejiminin konsolidasyonuna odaklanırken devletin dış politikasında ise eşitlikçi ve barışçıl bir çizgi hakim kılınmıştır. Lozan Barış Antlaşması ile kabul edilmiş olan statünün korunması ve olası uyuşmazlıkların müzakere yoluyla çözülmesi dönemin karar birimlerinin önceliği olmuştur. Büyük ölçüde Atatürk’ün liderlik özelliklerinin etkisinde geliştirilen dış politika kararları akılcı bir yol izlenerek uygulamaya konulmuştur. Bu açıdan bakıldığında Atatürk döneminin Türk dış politikasında özerklik anlayışı hakimdir.
Dr. Ayşe Küçük’ün hazırlamış olduğu araştırma Cumhuriyet döneminde Türkiye’nin komşularıyla ilişkilerinde yaşadığı uyuşmazlık-çatışma-krizleri oldukça özgün bir boyutta ele almaktadır. İmparatorluklar dağılıp yeni bağımsız devletler ortaya çıkarken acaba devletler, toplumlar ve hatta bireyler düzleminde taraflar birbirlerini nasıl algılamış ve ilişkilerini nasıl şekillendirmiştir? Bu soru önemlidir çünkü bir yandan ulusal kimlikler belli sembol ve değerler üzerinden inşa edilirken aynı zamanda çıkarlar ve “dış politika” da bu değerlere göre inşa edilir çoğu kez. Yeni devlet ve yurttaşlarının ortak kimliğinin “inşa”sında “ben” nasıl tanımlanmıştır? İnşa edilen “ben”in dışında bırakılan “öteki”ler kimlerdir? Ötekilerle ben arasında nasıl bir ilişki tanımlanmaktadır? Tüm bu ve benzeri soruları etraflıca incelemeye odaklanan bu çalışmada Türkiye’nin Cumhuriyet dönemindeki dış politikasından hareket edilmiştir.
Çalışma bu açıdan epey özgündür; çünkü Türkiye’nin Cumhuriyet döneminde dış politikasında yönetmek olduğu çatışma ve krizleri inceleyerek neden bazı çatışmaların çözülemediğini ve tekrarladığını sorgulamaktadır. Yazarın da içinde yer almış olduğu Türk Dış Politikası Kriz İncelemeleri grubunun yapmış olduğu TÜBİTAK destekli araştırmanın bulgularına göre Cumhuriyet döneminde 2016 yılına değin 36 dış politika krizi yaşanmıştır. Bu sayı 2016 yılından sonra ise 46’ya ulaşmıştır. Bu krizler incelendiğinde, bazı çatışmaların/krizlerin süreç içerisinde tekrarladığı, tarafların bu çatışmalara kaynaklık eden uyuşmazlıkları çözemediği görülmektedir. Dr. Küçük, araştırmasında iki komşu ülkeyle Türkiye’nin tekrarlayan krizler yaşamakta olduğunu belirtmektedir. Yunanistan ve Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerinde ahdi statüyü yakından ilgilendiren uyuşmazlıklara sahiptir. Bu uyuşmazlıkların taraflar arasında zaman zaman yürütülen müzakerelerle ele alınmış olmasına karşın tarafları tatmin eden bir çözüme ulaştırılamadığı görülmektedir. Ayrıntılarını çalışmanın ilgili bölümlerinde çarpıcı bir şekilde göreceğiniz gibi taraflar arasında uzun soluklu bir rekabet söz konusudur. Bu rekabette çarpıcı olan ise gerek Yunanistan’ın gerekse Ermenistan’ın bağımsızlık mücadelesini Osmanlı Devleti’ne karşı yürütmüş olmalarıdır. Dolayısıyla 19. yüzyıldan itibaren devam eden süreçte Osmanlı Devleti’nin dağılmasının seyri içerisinde Yunanistan ve Ermenistan’la Türkiye’nin karşı karşıya geldiği görülmektedir. Doğası gereği her savaş beraberinde bireysel, toplumsal ve ülkesel travmaları yaşatmıştır. Benzer şekilde yürütülen mücadelenin meşrulaştırma sürecinde de bilinçli bir ötekileştirme çabasının varlığı söz konusudur. Dini ve milliyetçi söylemler hasım aktörü düşmanlaştırırken yürütülen mücadeleye de ortak bir kimlik ve haklılık arayışı şekil vermiştir. Burada çarpıcı olan noktalardan biri ise Yunanistan ve Ermenistan’ın ulusal kimlik inşasında somut ve soyut bir Türk karşıtlığı olgusu hakimken Türkiye’nin kimlik inşa sürecinde bunun tersine rastlanmamaktadır. Türkiye özelinde böyle bir karşıtlık büyük ölçüde Kıbrıs sorunun gündeme girmesiyle, 1970’lerde tırmanışa geçen ASALA terörü ve soykırım iddialarıyla dillendirilmeye başlanmıştır.
Dr. Küçük’ün araştırmasında da tartıştığı gibi, toplumsal/ulusal kimlikler ve buna dayanan bir dış politika (çıkar) inşa çabasının ürünüdür; yani çeşitli şekillerde kimlik / bellek, çıkarlar inşa edilebilir. Dolayısıyla bunun tersinin de varsayımsal olarak doğru / geçerli olması gerekir. Yani öteki (düşmanlık) inşa edilebiliyorsa biz (dostluk) da inşa edilebilir. Ana soruya dönersek, Türkiye’nin doğrudan tarafı olduğu dış politika krizlerindeki tekrarlayan çatışmalarda eksik olan nedir ki bu ülkeler arasında kalıcı bir dostluk, barış ve işbirliği inşa edilemiyor? Elinizdeki bu çalışmada bu ve benzeri soruların analitik cevaplarını bulabilirsiniz. Dr. Küçük, Yunanistan ve Ermenistan’la yaşadığımız tekrarlayan çatışmaları belirlediği değişkenler çerçevesinde örneklendirerek tartışmaktadır. İlişkilerin tarihsel kökenleri, kimliğe ve niyetlere ilişkin algılamalar, iç ve dış politika kaygıları, diyasporalar, üçüncü aktörler bu değişkenlerden bazılarıdır.
Soğuk Savaşın yerini çok merkezliliğe bıraktığı bir uluslararası sistemde yeniden bölgesel sıcak çatışmalara tanıklık ederken Türkiye’nin de yakın coğrafyasında tehditlerle yüzleştiği söylenebilir. Mikro-milliyetçi hareketler, bağımsız devlet kurma arayışları, sınırların sorgulanması Türkiye’nin yakın coğrafyasındaki hassas dengeleri kırılgan hale getirmektedir. Tekrarlayan çatışmalar özelinde bakıldığında ise Yunanistan ve Ermenistan’la olan ilişkiler önemini korumaktadır. Ulusal sınırlar, egemenlik ve egemen haklar konusunda birbirlerini potansiyel tehdit kaynağı olarak gören ülkelerin algı, söyle ve siyasaları çatışmaların tırmanmasına, savaşa dönüşmesine yol açabilir. 2000’lerin başından itibaren gerçekleştirilen tüm çabalara karşın gerek Yunanistan gerekse Ermenistan’la ilişkiler bağlamında uyuşmazlıkların barışçıl çözüm yöntemleriyle sonlandırıldığı bir aşamaya henüz gelinememiştir. Taraflar arasında güvenlik, güven arttırıcı önlemlere her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulduğu bir sürece girilirken Dr. Küçük’ün çalışması konuyu anlamlandırmak, anlamak ve bulguları pratiğe dökmek açısından önemli bir katkı sunmaktadır.
Merak, şüphe ve sorgulamanın yanı sıra öğrenme ve usa vurma yeteneği ile kendine has bir analitik beceriye sahip olan Dr. Küçük’ün akademik serüveninde hazırlamış olduğu lisansüstü tezlerin her biri özgünlüğünü korumaktadır. Mavi Marmara Krizini incelediği yüksek lisans tezi, elinizde kitaba dönüşmüş haliyle Tekrarlayan Çatışmaları incelediği doktora tezi akademik yaşamında kendisinden daha fazla nitelikli çalışma beklentimizi arttırıyor.
Elinizdeki kitap salt akademik dünyadan bilim insanlarının değil aynı zamanda Yunanistan ve Ermenistan’la ilişkilerimizin niteliğini, seyrini öğrenmek isteğinde olan meraklı okurlar için de temel bir kaynak olacak niteliktedir. Bu açıdan bakıldığında kitap Yunanistan ve Ermenistan’daki muhatapları açısından da yararlı bir kaynak olacaktır. Dilerim tez zamanda bu ülkelerde de okunma şansı bulur. Dr. Ayşe Küçük’e, yayınlanması sürecinde emeği geçenlere ve yayınevine teşekkür ediyor, kitabı okuyucusuyla baş başa bırakıyorum.
Fuat Aksu